Bana en çok benzeyen kitap karakteri bir insan değil esasında. O bir kuş. Tanımadığınız bir kuş değil üstelik. O Jonathan Livingstone. Richard Bach'ın Martı kitabının kahramanı.
Jonathan diğer martılardan farklıydı, çünkü hayatı keşfetmek istiyordu. Daha yukarda uçmak, sürünün dışında olmak, daha farklı dalış teknikleri geliştirmek istiyordu. Hani ben sürüden çok ayrıyım, ben sizden çok farklıyım demek için yazmıyorum bunu ama standart insan ideallerinden farklı ideallerim var hayatta. Bir gün çok enteresan bir şey yaşadım. Yani bence enteresandı. Yüksek lisans dönemleri galiba, bir yandan hiç ilgimi çekmeyen bir ödevle boğuşuyorum, bir yandan da Atlas Dergisi'nde Hakan Öge'nin yelkenli ile dünya seyahatini okuyorum. Okudukça da bilgisayar başında yaptığım işten daha da çok nefret ediyorum. Bana göre yelkenli ile açılmak, denizin kokusunu yüzünde hiseetmek, yelkenlinin ipini çekerken elinin kanaması, akşam yemeği için arka tarftan olta sallayıp balık tutmak, fırtınada boğuşmak (tamam bu o kadar da romantik değil) herkesin isteyeceği bir hayat tarzı olmalı. Arkadaşlarıma da ya millet nasıl yaşıyor bak, bir de bizim sefilliğimize bak diye dert yanıyordum. Kim dedi hatırlamıyorum ama birisi ay öyle hayat mı olur saçmalama gibi bir şey dedi. O zaman anladım ki herkes aynı ideallerin peşinde olmayabilir. Üstelik benin istediğim şey çoğunluğun isteği şey de değil. O zaman sürüden farklı olduğuma inandım. Farklı olduğumu pek düşünmezdim, ben böyleydim sadece ve esasında herkes böyle olabilir derdim ama değilmiş işte. Taa eski günlerime bile bakınca kendimi pek çok insana göre daha iyi geliştirmiş buluyorum. Israrla devam ettiğim hobilerim var, yavaş yavaş geliştirdiğim, olgunlaştırdığım bir hayalim var. Sıradışı bir mesleğim var hatta. Hala kendimi tanımaya çalışıyorum, hala kendime ulaşmaya çalışıyorum. Daha da yükselmeye çalışıyorum. Bence ben en çok Jonathan Livingstone'a benziyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder