Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bir Kitap Bir Film

Merhaba; Geçen gün çok severek okuduğum Bana Sıkça Yaz Blogu istatistiklerini yayınlamıştı. En çok hangi yazılar okunmuş, neler yorum almış gibi. Ve senede kaç yazı yayınladığını, 2015 hedefinin ne olduğunu da yazmıştı. Benim istatistiklerimi falan yayınlamak gibi bir niyetim yok, zaten o kadar geniş bir kitleye de ulaşmıyorum. Ama önceki yıllardaki ve 2014teki yazı sayıma bile bakarsam 2014'ün benim için pek üretken geçmediği çok belli. Her iki blogum için de bu geçerli. Had idiğer blogun mazereti var, sonuçta gezi fotoğrafları, gezilecek yerler paylaşıyorum. ne kadar gezdiysem o kadar paylaşabilirim. Peki ya burası? Kitap mı okumadım? Okudum, hem de pek çok. Film mi izlemedim? İzledim, hiç fena değildim. Ama açıkçası içimden pek bir şey yapmak gelmiyor. Ülke olarak yaşadıklarımızdan o kadar bunalıyorum ki, bir kenardan izlemek, paylaşmamak çok daha kolay geliyor. Bir süredir twitterı, facebooku bile azalttım. Özellikle twitter'ın büyük bir mutsuzluk kaynağı olduğunu düş

Medarı Maişet Motoru

Sait Faik sever misiniz? Ben çok çok severim. Hatta çok çok severim. Bende bir kaç hikaye kitabı vardı. Geçenlerde Uğur'un iş yerine yılbası münasebetiyle İş Bankası Yayınları stand açmış, Uğur eksikleri tamamladı. Tabii okunacak çok kitabı var ama ben bir romanla başladım. Zaten iki tane romanı var. Kayıp Aranıyor'u okumuştum, Medarı Maişet Motoru'na başladım. Esasında kitabın tam bir roman olduğundan bahsetmek mümkün değil. Dört tane birbiriyle ilişkili hikaye diyelim. Kitap Sait Faik'in pek çok hikayesi gibi gene adada geçiyor, arada bir Adapazarı'na uğruyor, tekrar adaya geri dönüyor. Adada yaşayan Rumların ve Türklerin iç içe geçmiş hayatlarını bir berber dükkanı üzerinden anlatıyor. Balıkçıları, sarhoşları, martıları duyuyorsunuz. Onlarla konuşuyorsunuz. Ama kitaptan bir bütünlük beklememeniz lazım açıkçası. Bittiği zaman ee ne oldu şimdi diyorsunuz. Esasında hayatlarımızın ne kadar tuhaf, ne kadar kırılgan olduğunu düşünüyoruz.  Kitap ilk yayınlan

Renksiz Tsukuru

Merhaba; Elimde çokça kitap var. Evet indirimlerden, fuarlardan her şeyden faydalandık. Bu okuma hızımla gidersem kendime 3 ay falan yetecek kitabım var diyebilirim. Söylemesi ayıptır iki günde iki kitap okudum da. Hahaha. O yüzden de bolca kitap yazısı gelebilir bu aralar. Murakami'den kopamıyorum gördüğünüz gibi. Şimdi de son kitabı ile karşınızdayım. Geçen ay 1Q84'ü okumuş ve çok fazla beğenmemiştim. Gelelim Renksiz Tsukuru Tazaki'nin Hac Yılları'na.  Bu kitabı kitap klübümüz için okuduk ama merak etmiyor değildim. Hani belki bugün değil ama bu sene içinde okuyacaktım illa ki.  Bu sefer önümüzde farklı bir Murakami kitabı var. Kahramanımız Tsukuru 36  yaşında, son derece yalnız, istasyon inşa eden bir mühendis. Esasında her zaman böyle değilmiş ama lisedeki en yakın arkadaşları bir gün kendisine ortada hiçbir sebep yokken artık onunla görüşmek istemediklerini söylüyorlar. Bilirsiniz ilk arkadaşlıklar önemlidir. Bu terkediliş Tsukuru'yu ölü

Son Zamanlarda

Günaydın; Son zamanlarda neler yaptım? Öncelikle tezimi teslim ettim. Önümüzdeki bir ay içinde sunmayı ve artık bu doktora çilesine son noktayı koymayı planlıyorum. Bir iş elinizde uzadıkça sıkıntı yaratıyor Daha önce yazmıştım, koşmaya başladım. Hatta geçtiğimiz pazar İstanbul Maratonu'nda 10 km koştuk. Tabi ki derece yapmak falan gibi bir derdim yoktu ama 66 dakikada 10 km beni bile şaşırttı. Kabul etmeliyim özellikle Tophane'yi geçtikten sonra çok yoruldum. Normalde 6 km civarında koşuyorum. 8 km falan gayet iyi gittim ama son 1.5 - 2 km zorlayıcıydı. Ama yaptım, oldu. Çalışmalarım devam edecek:) Esasında uzun uzun okuduklarımı yazmak istiyordum ama düşünüyorum da o kadar uzun yazmaya değecek pek bir kitapta okumadım. Kısa kısa yazayım.          1Q84 - Haruki Murakami: Şu meşhur kitap, Hani çantaya koysanız koyulmaz, yatakta okunmaz, okumak için rahle ister. Ben kitabı Kindle'dan okudum. Yoksa okumak gibi bir niyetim yoktu açıkçası. Kitapta bir otoyol

Koşuyorum

Evet ben de inanamıyorum ama bir çaba var. Basketbol oynadığım dönemlerde bile en sevmediğim iş koşmaktı. Koşmak demeyin de ne derseniz deyin. Sahanın etrafında 10 tur derlerdi mesela. Nefret ederdim. Ama Amerika'da işler değişti. Bir kere her şeyden önce koşan onca insanı gördüm ve şaşırdım. Herkes koşabilirmiş gibi geldi. Tam ufak ufak ya acaba bende mi koşsam demeye başladım, havalar soğudu, karlar yağdı etraf buz oldu. Dur dedim Sezen, düşüp kolunu başını kırma vallahi doktor masrafının altından kalkamazsın. Sonra bahar geldi, ben Türkiye'ye döndüm ama koşmak aklımın bir köşesinde. Zaten 5 kilo almışım mutsuzum. (Neyse ki gitmeden vermiştim 5 kilo) Sonra öğrendim ki Uğur'un kuzenleri salı-perşembe parka çıkıyorlar. Koşmak için değil ama çok tempolu yürüyorlar. Önce onlara katıldım.  Aklıma Avrasya Maratonu geldi. 10 km koşabilir miyim acaba dedim? Ve başladım. Beni kıskanan Uğur'da başladı. Nike'ın uygulamasında çeşitli çalışma programları var. 10 km ve başlan

Okula Dönüş - Dolmakalemler

Merhaba; Okullar açılıyor artık. Liseler zaten başladı. Üniversitelerde birer ikişer açılıyorlar. Bende kalem kutumu bir düzenleyeyim dedim. İşe öncelikle önceki sene aldığım dolmakalemlerimle başladım. Bunları ABD'ye götürmemiştim ve ben pek dolmakalemden de anlamadığım için uçlarını temizlemeden bırakmışım. Neyseki içlerinde mürekkep yokmuş. Dolmakalemler nasıl temizlenir, nasıl bakılır derken şu harika bloga denk geldim. Hepsini okudum.  Ben tabi ki blog sahibesi gibi onlarca kaleme sahip değilim. Kaldı ki önemli olan bu kalemleri efektif kullanabilmek, ben öyle de değilim. En efektik kullandığım kalemler tükenmez kalemler kabul etmem lazım ki. Neyse, kalemleri temizledim, mürekkepledim ve sizlerle tanıştırmaya karar verdim. Şimdi öncelikle aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz kalemler şu anda içlerinde mürekkep olan kalemler.  Yazı stillerini de ikinci fotoğrafta görüyorsunuz. Üst sıradaki iki Lamy benim ilk aldığım dolmakalemler. Hatta üstten ikinci Lamy Joy ilk dolmakal

For a Simple Life....

Bir arkadaşım paylaşmış facebookta. Biraz siz de bilin görün istedim, biraz da kendime not olsun diye düşündüm. Hatta cep telefonuma da indirdim arada bir denk geleyim diye. 

Amerika'dan Sonra Hayat Var (mı) ?

Merhaba; En son tam da ABD'ye Uğur'un geleceği gün yazmışım. Üzerinden tam 4 ay geçti. Bu 4 ay nasıl geçti?  Esasında ilk önce hasret giderdik bolca, ailemle, Uğur'la, arkadaşlarımla. Bir de zeytinyağlı biber dolması ile.  Sonra işe gitmeye başladım ya. İşte orda Türkiye gerçekleri suratıma bindi. Metrobüse bindim, trafiğe girdim. Hayattan bezdim. Amerika'da ne güzel yürüyerek gidip geliyordum işe, temiz hava, hiç güneş:P 15 dakikada eve dönmek çok güzeldi. Dünya kadar zamanım vardı kendime kalan. Yalnızken bu zaman fazla geliyordu tabii ama ailenle, arkadaşlarınla olsan nasıl güzel olurdu.  İnsanlar kibardı. Otobüs şoförü bile bugün ne kadar güzel olmuşsunuz diyebiliyordu ve bu bir sapıklık, sarkıntılık değildi. Sadece kibarlıktı. Herkes birbirine günaydın diyordu (Çinliler hariç), selamlaşıyordu. Öylesine güzeldi.  Gezi yazılarımı takip ettiyseniz eğer, San Francisco'yu o kadar çok sevmiştim ki. Okyanus'a değince ayaklarım, kendimi mutlu hiss

Pipes of Peace

Merhaba; Esasında tamamen farklı şeyler yazacaktım, sonra bir anda radyoda bu şarkı çalmaya başladı. Kötü geçen bir günün ardından (1 Mayıs 2014) buna ihtiyacımız var dedim. Başka bir şey yazmayayım o zaman da dinleyelim madem.  

Bahar Depresyonu

Artık iyiden iyiye ikna oldum, ben gerçekten de bahar depresyonu yaşıyorum hem de her sene. Evet güneş beni çok mutlu ediyor ama genelde şu Nisan ayında hep zorlanıyorum. Her güne bugün farklı olacak diye başlıyorum ama genelde olmuyor. Günle başa çıkmakta zorlanıyorum, hayatla başa çıkmakta zorlanıyorum esasında. Yataktan çıkıp insanların içine karışmak istemiyorum mesela. Birisiyle konuşmak zorunda kalacağım diye ödüm kopuyor. Yorganı kafama çekip evin içindeki sesleri dinliyorum, mutfak boşsa mutfağa koşuyorum. Bahçeden ses geliyorsa ön kapıdan kaçıyorum. Bunun sebebi ne? Bir kişiye günaydın bile dememek. Asosyallikten ölücem bir yandan da. Türkiye'de baharlarda çok zorlanıyorum ama en azından arkadaşlar iyidir.  Uyku ile bir sorunum var. Normal hayatta erken yatıyorum işe gitmek için falan ama mesela burda sabah 8de işte olmak zorunda olmadığım için erken yatmıyorum. Bu her zaman böyleydi. Uykuyu severim ama sabah kalkmak zorunda değilsem, gece ayakta olmayı tercih ederim. E

Abileri ona iyi bakın

Kaynak: https://www.facebook.com/photo.php?fbid=1475147192703930&set=a.1446231632262153.1073741828.1446230378928945&type=1&theater

Selfie

Rica ederim şu selfieden sonra selfie çekmeyi bırakın millet. If only Bradley's arm was longer. Best photo ever. #oscars pic.twitter.com/C9U5NOtGap — Ellen DeGeneres (@TheEllenShow) March 3, 2014