Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Olağanüstü Bir Gece

Artık Zweig'ı çok sevdiğimi bilmeyen kalmamıştır diye düşünüyorum.  Kadıköy'e gidip İş Bankası yayınevine girince hep elimde en az bir Zweig ile çıkıyorum. Geçen gün de aynısı oldu, bir baktım Olağanüstü Bir Gece ve Yakıcı Sır'ı alıvermişim:)) Bir de zaten Olağanüstü Bir Gece'nin kapağı şu şekilde olunca almamak imkansızdı. Zweig'in novellaları kısacık bir kitapta çok yoğun bir okuma hazzı sunuyor insana. Genelde aşırı yoğun da oluyor. Hani 70 sayfadan beklenmeyecek şekilde uzun sürüyor okumak. Hikayenin içine girmek zor olabiliyor. Ben mesela bu kitabı okurken taktiksel bir hata yaptım. Metroda, metrobüste  okumaya çalıştım ve sonuç olarak hikayeye odaklanmakta bir hayli sıkıntı yaşadım. Kahramanımız Avusturya'lı bir burjuva. Ailesinden kalan para sayesinde hiç çalışmak zorunda kalmamış ve gününü gün etmiş. Ama bir gün ağır ağır öldüğünü fark ediyor. Artık hiçbir şeyden haz almadığını, her şeyi zorunluluk icabı yaptığını düşünüyor. Bütün tiyatrola

Başlıksız

Şu dünyadan çok güzel insanlar geçip gidiyor, biz öylece arkasından bakakalıyoruz gözümüzde bir kaç damla yaş ile. 

Bizim Dünyamız

Merhaba, Bir mail aldım geçtiğimiz haftalarda yollayanın ismi bende kalsın. Yeniden yazmaya başladığım için çok mutlu olmuş. Ben de birisi beni okuduğu için çook mutlu olmuştum. O gün söz verdim hatta bir kaç gün içinde yeni bir kitap yazacağım diye. Yazamadım. Bir kaç gün sonra Ankara Katliamı'nı yaşadık. Yüreğim paramparça oldu günlerce. Düşündüm ki Türkiye'de hayat çok tuhaf. Gerçekten de bir gün daha yaşamayacakmışsınız gibi yaşamanız gerekiyor. Yazmadığınız, okumadığınız her gün sizden çalınıyor. Belki ertesi gün yazamayacaksınız zira. Ama gene de yapamıyorsun. Anca anca kendimi toparladım. Ve esasında tam da ihtiyacımız olan kitabı okumuştum. Siz de okuyun istiyorum, siz de bilin, size de iyi gelsin. Sinek Sekiz yayınevi alternatif kitaplar çıkarıyor. Bu benim şimdiye kadar okuduğum 3. kitapları. Birisini daha önce anlatmıştım zaten, Öteki ise Ina May'in Doğuma Hazırlık Rehberi. Hamile bir arkadaşıma almıştım ama ben de sayfalarını karıştırmadım değil

Okuduklarım

Merhaba, Türkiye ne yazık ki insanın akıl sağlığını kolaylıkla koruyabildiği bir ülke değil. Ülkede yaşananlara ek olarak bir de herkesin yaşayabileceği kişisel sıkıntılar eklenince bir bakıyorsunuz hayatla bağınız kopuvermiş. Artık ne kitaplar, ne filmler, ne seyahatler, ne yediğiniz, ne içtiğiniz hiçbir şey size pek keyif vermiyor. Tutunabileceğiniz bir dal bulamıyorsunuz. Her sabah aynı karanlığa uyanıyorsunuz, her günü ancak idare ediyorsunuz. Tek yapmak istediğiniz bir an önce eve gidip yatağa büzüşüvermek oluyor. Sanırım bütün bunların en kötüsü de pek kimseye renk vermemeye çalışmak oluyor. İşte benim için geçen ilkbaharın tamamı ve neredeyse yazın da tamamı böyle geçti. Ucu ucuna, dayanmaya çalışarak, direnmeye çalışarak. Ne kitap okudum, ne film izledim, koşmayı bile bıraktım, ancak haftada iki gün yürüyüşe gidiyordum. Yürüyüşe gitmek bana iki yönden iyi geliyordu. Birincisi çok sevdiğim bir yürüyüş grubumuz var. Onlarla birlikte olmaktan keyif alıyordum. İkincisi de

Özgecan İçin Adalet... Ve Diğer Kadınlar İçin de.

Günaydın; Dün güzel bir güne uyanmıştık değil mi? Önceki gece haberleri de izlemediysek eğer (ki cuma gecesiydi, pek çok insan eğleniyordu) olanları bilmiyorduk tabii. Sevgililer günüydü. Sevgilisi olanların içinde tatlı bir heyecan vardı, keyifli bir gün geçireceklerdi. Sevgilisi olmayanlar da keyifli bir gün geçirecekti, en azından ne de olsa Cumartesi idi. Sonra o haberleri gördük. Gencecik bir kız vahşice öldürülmüş. Tecavüze uğramış, bıçaklanmış, yakılmış. Hangi birisinden başlayayım? Akşam vakti evine dönmek istemiş sadece ve bir minibüse binmiş. Hepimiz yapmıyor muyuz bunu? Yapmıyor musunuz? Evet kabul edeyim, ben de yapmamaya çalışıyorum. Sadece minibüsçülerin korkunç araba kullanmaları değil sorun, çocukluğumuzdan beri genlerimize işlenmiş bu durum, Türkiye’de yetişen kadınlar olarak minibüsten korkuyoruz. Minibüsün içinde yalnız kalırsak daha gideceğimiz yere varmadan iniyoruz örneğin. Sorun sadece minibüs değil tabi ki. Bir sokakta yalnız başımıza yürüyorsak hep

Yüzyıllık Yalnızlık

İtiraf edeyim çok iyi bir Marquez okuyucusu değilim. Lisedeyken Şili’de Gizlice’yi okuyup bayılmıştım. Sonra Yaprak Fırtınası’nı aldım. O kitap nedense hiç bitmedi. İlk baştaki uzun öyküden sıkıldım, defalarca yarım bıraktım, defalarca tekrar başladım. Diğer öykülere de geçmemişim nedense. Olmamış olmamış sonuç olarak. Bu yüzden Marquez’le aramıza mesafeler girmiş. Yıllar geçmiş, Kırmızı Pazartesi’ni almışım. Kırmızı Pazartesi’de bir solukta okuduğum bir kitap oldu ama gene de Marquez’le aramızı pek düzeltmedi. Geçenlerde kitap klübümüzde ne okusak falan diye tartışıyorduk. Laf Marquez’e geldi. Birisi Yüzyıllık Yalnızlık’ı çok sevmiştim dedi. Ben de dedim ki tamam budur. Alıp okuyacağım. Kendisi 2015’in ilk kitabı olma şerefine nail oldu. İtiraf ediyorum gene çok kolay bir okuma olmadı. Her şeyden önce bütün o isimler o kadar çok kafamı karıştırdı ki. Jose Arcadio’lar, Aureliano’lar arsında savrulup durdum. İyi ki kitabın başında aile soyağacını vermişler, kafam karıştıkça