Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Bağlanma-Aşkı Bulmanın ve Korumanın Bilimsel Yolları

Merhaba; Bu haftanın kitabını esasen çok da incelemeden aldım. Kafası Karışık Bir Anne'nin bloğunda okuduğunu görmüştüm ve hemen Kindle'a indirdim. Ki burda şu dolar ile ilgili ağlamak istiyorum. 14 dolarlık kitaba 70 liraya yakın para vermiş oldum. Kitabı esasında ebeveyn - çocuk bağlanması olarak düşünmüştüm çünkü kitabın adına dikkat etmemişim. Oysa kitap gerçekten yürümeyen ilişkiler üzerinden ilerliyor. Yazarlar gerçekten tanıdıkları ve inelendikleri ilişkiler üzerinden verilen örneklerle bağlanma teorisini anlatıyorlar. Benim yürümeyen bir ilişkim yok ama kitap benim için bir kaç yönden ufak açıcı oldu. Birincisi kendimin bağlanmasının güvenli ve kaygılıarasında gidip geldiğini fark ettim. Belki daha çok güvenliye yakın ama kesinlikle kaygılı olduğum durumlar da var. Ayrıca çevremdeki başka insanları da inceleme fırsatı buldum. Bazı insanlarla ilişkilerimin neden yürümediğini, o insanların neden hayatta bazı noktalarda takılıp kaldığını anladım. Ç
En son yayınlar

Aus dem Nichts / In The Fade

Merhaba; Bu aralar biraz film izledik. Esasında çoğu atla deve olmayan filmlerdi ama Fatih Akın'a yer vermeden de olmazdı.  Hamburg'da yaşayan, bir Türk ile evli Alman kadının hayatı oğlunun ve kocasının bir patlamada ölmesi ile alt üst oluyor. Patlamayı önce Doğu Avrupalıların uyuşturucu işleri nedeniyle yaptığı sanılıyor ancak Katja bunu Nazilerin yaptığını düşünüyor ve haksız da çıkmıyor. Bundan sonrası biraz dava üzerinden, biraz Katja üzerinden ilerliyor.  Filmde Diana Kruger Katja'yı oynuyor. Esasında çok iyi bir seçim bu rol için. Ama bence Diana Kruger bütün rolleri aynı şekilde oynuyor. Örneğin The Bridge'dei oyunculuğunu izlemeseydim off çok iyi oynamış derdim ama Bridge'de de aynı şekilde oynamıştı. O yüzden oyunculuğundan biraz sıkıldım  Fatih Akın'ın bugüne kadar Crossing the Bridge, Soul Kitchen, Im Juli ve Duvara Karşı filmlerini izlemiştim. Bu film hepsinden daha karanlık, daha çok iç acıtıcıydı. Ama sanırım bu biraz da kadının çocuğun

Son Ada

Merhaba; Birkaç arkadaşımla berabee ufak bir kitap klübü gibi bir oluşuma girdik. İlk okuduğumuz kitap Son Ada oldu. Gruba yazdığım yorumu buraya da ekliyorum.  Öncelikle Zülfü’nün okuduğum ilk kitabıydı. Yani dil açısından diğer kitaplarına göre bir farklılık var mı değerlendiremiyorum. Ancak bu kitabın dilini önsözde Yaşar Kemal’in yazdığı gibi çok farklı ve güzel bulmadım. İyi değildi demiyorum ama bence çarpıcı değil sıradandı. Hikayeye gelince… Nedense bu hikaye Güney Amerika’da geçiyormuş gibi hissettirdi bana ne alakaysa veya ne önemi varsa. Esasında bir ütopyanın distopyaya dönüşmesini anlatması açısından başarılıydı. Kitabın önce Gezi’den sonra yazıldığını sandım ama Gezi’den önceymiş. Yani gene her şey ağaçların kesilmesiyle başlamış. İnsan ilişkilerinin nasıl da hızlı değişebileceğini, aklı selim insanların bir anda ya da zaman içinde gücün karşısında nasıl eğilip büküleceğini anlatışını sevdim. Örneğin Noter’in de içinde bulunduğu bir direniş hareketi b

Minimalizm

Merhaba;  Instagramda Türk işi minimalizm diye bir hesap var biliyor musunuz? Onu takip etmeye başladım geçenlerde. Esasında minimalizme çok düşkün bir insan değilim itiraf etmem gerekirse ama bizim de çooook fazla eşyamız var (dı). Yani gerçekten çok fazla (ydı). Bir belgesel önermişti Netflix'te: Minimalism: A Documentary About the Important Things isimli. Bir kere her şeyden önce o belgeseli öneriyorum. Gerçekten çok keyifliydi ve çok ufuk açıcıydı da. Fragmanını buyrun izleyin.  Danimarka'ya taşınırken gerçekten çok fazla eşyadan kurtulduk. Atılanlar, satılanlar ve verilenler oldu. Ama buna rağmen hala çok fazla eşya görüyorum sağda solda.  İnsanın anlam yüklediği şeyler ne acayip. Mesela gittiğimiz her şehirden aldığımız shot bardaklarımız vardı. Nasıl bir çöplük olduğunu düşünebiliyor musunuz? Gerçi İstanbul'dayken kullanıyorduk onları. Ama şimdi hem çocuklu, hem de arkadaşsız hayatımızda hiçbir işimize yaramıyorlar. Onları depoya kaldırdık mes

Şekersiz İki Ay

Merhaba; "Şekeri hayatımdan çıkardım, çok sağlıklıyım hayatım" tarikatından kimse ile tanıştınız mı? Mutlaka tanışmışsınızdır. Ben de tanıştım.  Her şey şöyle başladı: Annem biraz abur cubur düşkünüdür sağ olsun. Bir de Eskişehir'de mesela annemlerle geziyorum falan. Günlere gidiyorum En sonunda bir gün dedim ki siz kafayı yemişsiniz. Kurabiye yapıyorsunuz, bir de iki çeşit tatlı yapıyorsunuz. İnanır mısınız bir hafta 3 kere Alman pastası yedik. Sonuç olarak hem 5 kilo aldım, hem de gerçekten şekere ve abur cubura bir düşkünlük başladı. Danimarka'ya gelince de yaklaşık bir ay böyle devam ettim. Belki daha az ama gene de hergün şeker yedim. En sonunda 5 Şubat günü radikal bir karar verdim. Bu işe alkolikler gibi yaklaşacağım dedim. Öyle 20 gün şeker yemeyeceğim diyince o biraz zor oluyor. Her sabah kalkıp "bugün şeker yemeyeceğim" dedim. Ve bunu yaklaşık 2 ay sürdürdüm. Bu arada çok basit bir egzersiz programı da uyguladım ve yaklaşık iki ki

Uyku...Bütün İsteğim Buydu

Biraz ebeveynlik meselelerinden bahsedelim mi? Ebeveyn olmayanlar kusura bakmasın, atlasın bu yazıyı. Yarına gene normal insan yazısı gelebilir:) Anne baba olanlar bilir, olmayanlar da çevrelerinden mutlaka duymuştur. Uyku, uykusuzluk, uyku bilmem nesi... Evet hayatımız uyku etrafında dönüyor. Bebek ilk doğduğunda çok uyuyor ama bildiğiniz gibi değil. Bölük pörçük, parça parça. Yani en azından öyle olduğunu söylüyorlar. Ben size biraz kendi deneyimimi anlatayım.  Daha önce yazmıştım, Barış meme reddi ile doğdu. Emmek istemiyordu, Eve geldiğimiz gece gerçekten kabus gibiydi. 15 dakikada bir ağlayarak uyanıyor ama emmiyor. Bilmiyorum ki bebe koynumu istiyor. Çünkü Allah korusun bir günlük bebek "kucağıma" alışır. Neyse efendim. Meme reddi söz konusu olduğu için memede uyutmak bir seçenek değil zaten. Kucakta gezdirip pışpışlayarak uyutuyoruz. Geceleri emmek için uyanmıyor, ben saat kurup kalkıyorum. 1 saat falan da mücadele ediyorum emzirmek için. 10 - 15 dakika emzir

Grace & Frankie

Merhaba; Netflix'ten devam ediyorum. Resmen bu diziye takıldım kaldım.Dizi 70 yaşında iki kadının bir anda hayatlarının değişmesi üzerine kurulu. Üstelik hayatları çok radikal bir şekilde değişiyor. "Çok yakın" arkadaş olan kocalarının esasında 20 senedir eşcinsel ilişkilerinin olduğunu öğreniyorlar. Ve yapmak istedikleri de eşlerinden ayrılıp evlenmek. Olaylar böyle başlıyor. Birbirlerinden çok da fazla hoşlanmayan Grace ve Frankie bir arada yaşamak zorunda kalıyorlar. Bu diziyi neden sevdim diye düşündüm esasında. Sonuçta yaşlı insanları anlatıyor, ana omurgadaki hikaye deneredeyse sürreel. Ama ekşisözlükte birisinin yazdığı şey tam olarak duygularıma tercüman oldu. Şu anda nedense "çok zekice, çok kafa açan" şeyler izlemek de istemiyorum zaten.     Gerçekten Frankie çok tatlı bir karakter. Ot çekmesi,meditasyon yapması, çılgın bir hippi olması tam benlikti.  Bir de o ev. Ah o sahildeki ev:)   Graceve Frankie beni