Ana içeriğe atla

Yoga Deneyimleri-III. Bölüm


Birkaç gündür yazmak istiyorum bu yazıyı, ama bloglar galiba gene yasaklandı, çok zorlandım kontrol paneline ulaşana kadar. Bir de işler yoğun, akşam da eve gelince posam çıkmış oluyor. Neyse. Esasında başlık şöyle olmalıydı: "Yoga Deneyimleri-III. Bölüm veya Kendimi Nasıl Sakatladım" Evet sevgili okuyucu, olacağı buydu zaten kendimi sakatladım sonunda. Öyleyse sıra ile başlayayım:

Pazartesi günü tao vinyasa dersine katıldım. Tao vinyasa çok değişik bir dersti. Öncelikle son derecesakin başlayan, sonra ısınan bir ders. Üstelik temelleri Hint Yogası üzerine değil Uzak Doğu felsefesi üzerine. Teme lolarak üç akış uygulanıyor: Altın Tohum, Savaşçı ve Uçan Ejderha. Benim katıldığım derste sadece Uçan Ejderha akışını uyguladık. Ejderha akışı daha çok üst bedeni çalıştırıyor. Böyle bir uçup okyanusun diğer tarafına geçiyoruz, kanatlarımızı çırpıp, kuyruğumuzu havaya kaldırıyoruz. İnanılmaz bir deneyimdi, sanki gerçekten de bir ejderha gibiydim. Ama yakıp yıkan, kötü enerjili bir ejderha değil. Bir de şu okyanus olma konusunu anlattı hocamız. Felsefecinin adını ne yazık ki hatırlayamıyorum ama söylediği şey şuymuş. Hepimiz okyanusun içinde birer parça, birer damla değilmişiz. Esasında okyanusun ta kendisiymişiz. Anlamak zor biraz ama, zaten bütün o dalga benmişim. Hem bir bütünü oluşturmak,i hem de bütün olmak gibi geldi bana. Tao vinyasadaki hareketlerde de zaten bir Çin esintisi hissediliyor. Sanki Tai-Chi hareketleri gibiydiler. Bir yandan da çok yorucu bir dersti. Kaslarımın çalıştığını, terlediğimi hissettim. İnanılmaz sevdim dersi.

O gazla eve gelince sabah kalkınca yoga yapmaya karar verdim. Yaptım da. Daha önce yoruldum, sırayı karıştırdım yazmıştım hatırlarsanız. Bir arkadaşım beni bu konuda aydınlattı. Yorum olarak yazmadı ama mail attı bana. Yazısına kendi blogundan ulaşabilirsiniz. Ben de onun önerileri doğrultusunda bir seri düşündüm kafamda. Sabah kalktım, Uğur gittikten sonra da çalışmaya başladım. Güneşe selam serisiyle başladım. Ancak ikinci seferde hiç beklemediğim birşey oldu. Sanırım yeteri kadar ısınmamışım, sağ omzumu incittim. Hatta en büyük hatayı da ondan sonra yaptım. İncinmeme rağmen pozdan çıkmakta yavaş davrandım. Sonrası acı dolu iki gün oldu ne yazık ki. Dün ve bugün hiç yoga yapmadım çünkü cuma günü de Vinyasa dersine gideceğim. Zorlamayayım istedim kendimi. Daha önceki yazımda sorduğum sorumun da cevabını kendi kendime çok net vermiş oldum. Arkadaşlarım da yeteri kadar ısınmadığım için zorlandığımı düşünmüşlerdi, salı sabahı anladım ki gerçekten ısınmıyorum. Ben güneşe selam serisinin ısınma olacağını düşünmüştüm ama yanlışmış. Demek ki daha çok ısınılacak:)


Flüt dersi almaya ilk başladığımda öğretmenim belini tutmamı istemişti. Nefesini sadece karnına, diyaframına doğru değil, sırtına doğru da alıyordu. İnanılmaz şaşırmıştım. Hani diyafram zaten çok zor, bir de sırt mı? Yok artık demiştim. Salı sabahı hani ilkokulda yaptığımız mum duruşu vardı hatırlar mısınız? Onu yaparken ellerim belimdeyken fark ettim ki nefesimi ben de belimdeki boşluklara doğru alabiliyordum. Ama bunuflüt çalarken de yapabilmeliyim. Nefesimi derinleştirmeyi başarabiliyorum, ama nota üflerken bir sıkıntı var. Bunu çözmem lazım.Yoga yapmak, nefesi geliştirmek ve flüt çalmak birbiri ile bağlantılı gibi geliyor sanki bana. Nefes yüzünden sanırım. Ama bir de çalışmak lazım onu da biliyorum. Daha sık çalışmalıyım. Neyse. O da başka bir yazının konusu. 

Birşeyden daha bahsedeceğim. Evlendiğimden beri neredeyse iki öğünüm birden et içeren öğünlere dönüştü. Öğlen yemeklerinde zaten hep et yiyorum, akşamları da evde yemek pişirince Uğur için illa ki etli birşeyler düşünmek zorunda kalıyorum. Uğur mesela zeytinyağlı yemek yemeyi sevmiyor. Taze fasülyeyi bile kıymalı, etli seviyor ki ben fasülyeyi sadece zeytinyağlı severim mesela. Bir de kış sebzelerinde çeşitlilikte az olunca ister istemez ete kaldık. Et yemeyi severim, ama içim hiç rahat etmez o ayrı mesele. Kötü birşey, yiyorsun ama için huzursuz. Mesela kalamar yemiyorum artık. Yüzerken gördüm hayvanları, o kadar güzellerdi ki, onları öldürüp yemenin manasız olduğuna karar verdik. Verdik düyorum biz ailecek yemiyoruz kalamar. Yengeç yemem, ahtapot yemem. Sadece balık yiyorum, ondan bile rahatsız oluyorum. Neyse. Yogaya başladığımdan beri en azından yoga dersine gittiğim günler et yemeyeyim dedim.Hadi evde bakliyat, sebze kendim ayarlıyorum onda sıkıntı yok. Ama öğlen yemeğinde çok zorlanıyorum. Hiç et yemeyeceğim diyorsanız eğer pilav ve haşlanmış brokoli-karnıbahardan başka seçeneğiniz yok gibi. Vejeteryanların işi ne kadar zor. Halbuki bir sürü sebze yemeğimiz var. Ama hiçbirini pişirmiyorlar. Eti dayıyorlar. Hele bir de vegan falan olanlar yandı heralde.

Evet yarın vinyasa flow var. Bakalım neler olacak. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MSA'da Pişirdim Evime de Getirdim

Merhaba; Toplanın şöyle etrafıma size çok güzel bir deneyim anlatmak istiyorum. Geçen hafta Seyahatperest Özge 'nin davetine uydum. Mutfak Sanatları Akademisi 'nde İtalyan Yemekleri Workshop'ına gideceğim benimle gelmek isteyen var mı dedi? Yemeklere baktım. Menüde el yapımı deniz mahsüllü fettucine, kuşkonmaz çorbası ve Marble cheesecake, amaretto ve bitter çikolatalı vardı. Kuşkonmaz çorbası ile ilgili bir fikrim yoktu, cheesecake ile zaten aram yok ama deniz mahsüllü fettucine beni can evimden vurdu. Zaten önceki hafta internette birkaç tarif okumuştum ama açıkçası hangisini pişireceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bir de bu deniz mahsülleri ucuz değil sonuçta. Benim de yemekle çok iyi bir ilişkim olmasına rağmen çok vardır beceremeyip çöpe atmak zorunda olduğum yemekler. O yüzden de bu deniz mahsüllerine hep mesefali yaklaştım. Neyse. Menüyü görünce buna ben gitmeliyim dedim. Sağ olsun Özge'nin kedileri de öyle düşünmüş. Pazartesi workshopa katılmak için benim gid

Beyazlı Kadın

Bir süredir okuduğum kitapları hiç yazmadığımı fark ettim. Hazır Beyazlı Kadın'ı yeni bitirmişken, kütüphanenin rafları arasında kaybolmamışken hemen yazayım bari dedim. Bu kitabı kitap klübümüzde okumuştuk, sanırım 3 kişi aldık sadece. Benden önce Bellanomisma okudu, diğer arkadaşımız okudu mu bilemiyorum. Ben esasında hayli kararlıydım, yazın sahilde okuyacaktım ama son anda aldığım kitaba Uğur el koyunca, (Zeno'nun Bilinci) elimde iki kitapla kalakaldım. Beyazlı Kadın ya da Karamazov Kardeşler.  Hadi dedim madem Bella çook beğendi, alayım raflardan da okuyayım. Wilkie Collins'in bu kitabı ilk gotik ve polisiye roman olarak geçiyormuş. Kitap yayınlandığında İngiletere'de öylesine büyük bir sükse yapmış ki Charles Dickens bile kıskançlık krizlerine girmiş Edward Drood'un Gizemi'ni yazmaya başlamış ama bitirmeye ömrü vefa etmemiş. Gerçekten de bir gizem olmuş sonu. Beyazlı Kadın İngiltere'de Limmerge Malikanesi'nde yaşayan iki genç kadına r

İçinden Deniz Geçen Şarkılar

Bülent Ortaçgil'e büyük bir aşk besleyen bir insan değilim. Ama yeni albümünün çok başarılı olduğunu okuyunca birkaç yerden ben de aldım. CD'yi alalı neredeyse iki ay oldu. Birkaç dinleme denemem başarısızlıkla sonuçlandı. Yeterlik sonra belki sakin sakin iyi gelir dedim ama kafam o kadar doluymuş ki hiç anlamamışım. Sonra da kaldırıp bir kenara koydum. Geçenlerde iphonedaki müzikleri değiştirirken bunu da eklemek istedim. Nasıl yaptıysam iki kere Bulutsuzluk Özlemi eklemişim ama Bülent Ortaçgil'i eklemeyi becerememişim. En sonunda tekrar update ettim önceki gece şarkıları. Dün de flüt dersine giderken dinledim bütün albümü. Derse saat 5 gibi gittim. Yürüyerek gideyim bari dedim. Hava ılıktı. Akşam üstünün romantizmi vardı, kulaklarımda da muhteşem melodiler. Bütün parçalarda bir deniz özlemi, balıkçılar, adalar, su altı, balıklar....Yani her parçanın içinden deniz geçiyor. Tadımlık olarak dinleyin ve hemen bu CD'yi edinin bence. Biterken karanfilli çay içiyorum. Mis g