Ana içeriğe atla

8 Mart

8 Mart 1857... Yer New York'ta bir tekstil fabrikası. Başrolde 40000 dokuma işçisi. Ne istiyorlar? Sanayi Devrimi ile birlikte hızla artan sömürünün durmasını, makul çalışma saatlerini, eşit işe eşit ücreti istiyorlar. Kısacası insanca yaşayabilmek istiyorlar. Sonunda ne oluyor? Polis işçilere saldırıyor, fabrikaya kitleniyorlar. Çıkan yangında çoğu kadın 129 kişi hayatını kaybediyor. Yıllar içinde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü veya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmaya başlıyor. 2011 senesinde de resmi olarak kutlanan 34. Kadınlar Günü. Peki bugün gelinen nokta nedir? 


Özellikle gelişmiş ülkeler için çok fazla yorum yapmanın doğru olduğunu düşünmüyorum. Bir tür yanılgıya düşebilirim gibi geliyor. Buradan bakınca Avrupa'da ve Amerika'da insan hakları ve tabi ki kadın hakları daha da oturmuş ve gelişmiş. O yüzden de yanlış bir değerlendirme yapmaktan korkarım. Ama gene de sabah radyoda dinlediğim birkaç çarpıcı istatistiği paylaşayım:

  • Dünya üzerinde yapılan işlerin %60'ını kadınlar yapıyor.
  • Buna karşılık toplam gelirin sadece %10'unu alıyorlar.
  • Her 5 kadından biri tecavüze uğruyor ya da son anda kurtuluyor.
  • Her 3 kadından biri şiddete maruz kalıyor.
  • Dünya üzerindeki mal varlıklarının sadece %1'i kadınlara ait.
Bu istatistikler doğrultusunda görüyoruz ki kadınların durumu belki bazı ülkelerde daha iyi olsa da, genel olarak o kadar da parlak değil. 


Peki ülkemizde ne durumdayız? Toplumun farklı kesimlerinden kadınların farklı sıkıntıları var gibi geliyor bana. Örneğin bu yazdığımız blogları, yazıları okuyabilen, kariyerini, hayatını kendisi şekillendirmek isteyen bizler gibi kadınları düşünelim. Yüksek olasılıkla hiçbirimiz ailemizden ne fiziksel ne de psikolojik şiddet görmüyoruz. İstediğimiz adamı sevgilimiz, kocamız olarak belirleyebiliyoruz. İyi kötü maaş alıyoruz, hayatımızı şekillendiriyoruz. Aynı işi yaptığımız erkeklerden daha düşük ücretlendirilmiyoruz. Peki ne gibi sıkıntılarımız var? Her şeyden önce bu toplumda kadın olmanın yüklerini taşıyoruz. Örneğin bir erkekle hayatınızı paylaşıyorsunuz (eşiniz ya da sevgiliniz fark etmez) ev işleri tabi ki sizin göreviniz. Onun giyeceği gömleği ütülemek, ya da akşam yemeğini düşünmek her zaman sizin işiniz. Çocuğunuz olduğunda babalar çocuklarla oyun oynamakla yükümlüdür, annelerinse olasılıkla zaten çocukla oynayacak mecali kalmıyordur. İş hayatında da ne yazık ki kadın olmanın belirli yükümlülükleri vardır. Eğer başarılı biriyseniz mutlaka altında bir bit yeniği aranır. Üst kademelerden birileriyle mutlaka daha samimi olmuş olmalısınız. Ne yazık ki bazı hemcinsleriniz de bunu destekleyecek şekilde davranırlar. Kadınlıklarını kullanarak erkeklere istediklerini yaptırırlar. Ha erkekler de yapmasın diyeceksiniz, o başka bir tartışma konusu. Kadınsanız her zaman dedikodunuz yapılır, mobbinge en çok siz maruz kalırsınız. Hem de çoğu zaman en iğrenç şekliyle. Ya bir ofis çalışanı ile hakkınızda olmadık laflar ortaya atılır, ya zaten kadın olduğunuz için kafanızın bu tür işlere (ki bu işler mühendislikten finansa tıpa kadar değişir) basmadığı tekrarlanır. Zaten esasında kadın olduğunuz için kafanız en fazla ütü yapmaya, çocuk bakmaya falan basmalıdır. Hadi en çok çalışmak isteyenler hemşire falan olmalıdır. Ki dikkatiniz çekerim, hemşirelik mesela tıp bölümünün olmazsa olmazı olmasına rağmen, sadece kısa etek giyen seksi insanlar olarak kafalarda modellenilirler. dİyelim ki kadınsınız ama asker olmaya karar verdiniz (Neden?) Yanlış hatırlamıyorsam en fazla yüzbaşı olabilirsiniz. Heralde askeriyenin bir mantığı vardır, ama sonuçta askerlik rütbeler üzerinden giden bir meslekse, aynı işi yapan kadınların neden rütbesi daha da ilerlemez? Buraya kadar yazdıklarım yetmed mi? İşe giderken otobüse binersiniz, otobüs çok kalabalıktır. Olabilir tabii. Bir adam yanınızda dikilirken sizi sıkıştırdığı için herhangi  bir rahatsızlık hissetmez. Sıkıştırmaktan kastım nitelikli bir taciz değil, daha çok biraz daha açıkta durabilecekken burnunuzun dibinde duran insanlardan bahsediyorum. Hani açıkta duramıyorsa bile durduğu pozisyon nedeniyle en ufak bir rahatsızlık hissetmez.Gece dışarı kız kıza mı çıktınız? Kesin yollusunuz. Tek başınıza sahilde mi oturuyorsunuz, esasında birileriyle tanışmayı bekliyorsunuz. Bir yandan yüksek topuklarınız, saçınızın boyası, göz kaleminiz asla eksik olmamalı. Öte yandan da aaa bu kadınlar da ne kadar süslü. Bunlar tabi ki iyi bir sos kültürel yapıdaki kadınların yaşadıklarından ufacık bir kesit. Bir de bizden daha farklı sosyo kültürel yapıdakiler ele alalım mı? İlköğretimde birkaç sene geçirebilirseniz şanslısnız. Mezun olmaktan bahsetmiyorum bakın sadece okuma yazma ve basit matematiği öğrenmekten bahsediyorum. Zaten yüksek olasılıkla sizden daha küçük kardeşlerinize bakmak zorundasınız. 26 nüfuslu evin işleri vardır, onları yapmalısınız. Yaşını çok büyümeden, ergenliğe girer girmez mümkünse en çok parayı veren adama ki bu adam 50 yaşında da olabilir, 70 yaşında da, satılırsınız. Adamın belki ilk karısı olursunuz, belki de 4. Önemli değil. Hızla çocuk doğurmaya başlarsınız, karnından sıpa sırtından sopa eksik olmaz. Hadi diyelim bu ilk ergenliği evlenmeden atlatıp, birini de aşık oldunuz ve onunla evlenmek istediniz. Aile karşıysa ve kaçtıysanız, ailenin de namusu kaçar. ;Uygun bir yerde hem sizi hem de sevdiğiniz çocğu aile meclisi kararıyla öldürüverirler. Evlenseniz boşanmak isteseniz, kocanız yol ortasında kurşunları midenize dolduruverir. Devlete bu adam beni dövüyor diye sığınsanız devlet gene de sizi bu adama geri verir. Bu arada enteresan birşey daha var, bu aile meclislerinde bazen kadınlar da olur. O kızların anaları da gözlerini kırpmadan yavrularının birini mezara, ötekini de hapse yollayıverirler.


Türkiye'de kadın olmak zordur. Türkiye'de kadınlar her zaman bir erkeğin kimliğinden ifade edilirler. Birlerinin kızı, sevgilisi, karısı, namusudurlar. Hatta bu namus öyle geniş bir kavramdır ki amcalar, kuzenler de hemen sizin namus bekçiniz oluverirler. Gencecik kızlara tecavüz ederken bir an bile düşünmezler, sonra da bu tecavüze uğradı diye öldürüverirler. Bakın bu tür tecavüzler genelde hep kadının tanıdığı adamlar tarafından oluyormuş. Yani o namus cinayetine karar veren aile meclisinin içindeki erkeklerden biri tarafından. Ama kol kırılıyor, yen içinde kalıyor. Kadın ölüyor, tecavüzcü gezinmeye devam ediyor. 


Önceki gece Okan Bayülgen'in programında bir hekim vardı. Aile Planlaması merkezlerinin kapatıldığını ve doğum kontrol yöntemleriyle ilgili bilgilendirilmenin de artık yapılmadığını söyledi. Yani kadınların en az üç çocuk yapmasını garantilemeye çalışıyorlar. Kadının işi budur çünkü. Ana olmak. Zaten sadece doğum yapabildiğimiz için birazcık saygı görebiliyoruz, yoksa erkekler bizi çoktan dünya üzerinden silerlerdi.


Kadın sığınma evleri kapatılıyor, aile planlaması dernekleri kapatılıyor, kadına şiddet uygulayan adamlara doğru dürüst ceza bile verilmiyor, hatta nitelikli cinayetten mahkum olması gereken zanlılara ağır tahrik indirimi yapılıyor. 13 yaşındaki bir çocuk bir kenti 26 ileri geleninin tecavüzüne uğruyor da, adamlara iyi halden ceza indirimi yapılıyor, çocuk hevesli bulunuyor. 


Tüm kadınlar. Lütfen bunlar üzerinde detaylıca düşünün. Kadın olmak o topukluların üstünde durmak, alışveriş merkezinden çıkmamak, her zaman güzel olmak, her zaman bakımlı olmak demek değil. Her gün uğradığınız fiziksel ve psikolojik şiddeti düşünün. Her gün yaşadıklarınız düşünün. Bugün size gelen indirim maillerini, mesajlarını dikkate almayın. Kadınlar Günü sevgilinizden bir çiçek almadığınız için, parmağınıza bir taş daha takılmadığı için kızacağınız bir gün değil. Aksine o çiçek için, o pırlantayı çıkaran bütün kadınlar, erkekler ve çocuklar için, sizinle eşit şartlarda bulunamayan kadınlar için mücadele günüdür. Öncelikle insan hakları, daha sonra da kadın hakları için mücadele edeceğiniz bir gündür.


Daha aydınlık günlere ulaşabilmek dileğiyle, Dünya Emekçi Kadınlar Gününüzü kutlarım. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MSA'da Pişirdim Evime de Getirdim

Merhaba; Toplanın şöyle etrafıma size çok güzel bir deneyim anlatmak istiyorum. Geçen hafta Seyahatperest Özge 'nin davetine uydum. Mutfak Sanatları Akademisi 'nde İtalyan Yemekleri Workshop'ına gideceğim benimle gelmek isteyen var mı dedi? Yemeklere baktım. Menüde el yapımı deniz mahsüllü fettucine, kuşkonmaz çorbası ve Marble cheesecake, amaretto ve bitter çikolatalı vardı. Kuşkonmaz çorbası ile ilgili bir fikrim yoktu, cheesecake ile zaten aram yok ama deniz mahsüllü fettucine beni can evimden vurdu. Zaten önceki hafta internette birkaç tarif okumuştum ama açıkçası hangisini pişireceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bir de bu deniz mahsülleri ucuz değil sonuçta. Benim de yemekle çok iyi bir ilişkim olmasına rağmen çok vardır beceremeyip çöpe atmak zorunda olduğum yemekler. O yüzden de bu deniz mahsüllerine hep mesefali yaklaştım. Neyse. Menüyü görünce buna ben gitmeliyim dedim. Sağ olsun Özge'nin kedileri de öyle düşünmüş. Pazartesi workshopa katılmak için benim gid

Beyazlı Kadın

Bir süredir okuduğum kitapları hiç yazmadığımı fark ettim. Hazır Beyazlı Kadın'ı yeni bitirmişken, kütüphanenin rafları arasında kaybolmamışken hemen yazayım bari dedim. Bu kitabı kitap klübümüzde okumuştuk, sanırım 3 kişi aldık sadece. Benden önce Bellanomisma okudu, diğer arkadaşımız okudu mu bilemiyorum. Ben esasında hayli kararlıydım, yazın sahilde okuyacaktım ama son anda aldığım kitaba Uğur el koyunca, (Zeno'nun Bilinci) elimde iki kitapla kalakaldım. Beyazlı Kadın ya da Karamazov Kardeşler.  Hadi dedim madem Bella çook beğendi, alayım raflardan da okuyayım. Wilkie Collins'in bu kitabı ilk gotik ve polisiye roman olarak geçiyormuş. Kitap yayınlandığında İngiletere'de öylesine büyük bir sükse yapmış ki Charles Dickens bile kıskançlık krizlerine girmiş Edward Drood'un Gizemi'ni yazmaya başlamış ama bitirmeye ömrü vefa etmemiş. Gerçekten de bir gizem olmuş sonu. Beyazlı Kadın İngiltere'de Limmerge Malikanesi'nde yaşayan iki genç kadına r

İçinden Deniz Geçen Şarkılar

Bülent Ortaçgil'e büyük bir aşk besleyen bir insan değilim. Ama yeni albümünün çok başarılı olduğunu okuyunca birkaç yerden ben de aldım. CD'yi alalı neredeyse iki ay oldu. Birkaç dinleme denemem başarısızlıkla sonuçlandı. Yeterlik sonra belki sakin sakin iyi gelir dedim ama kafam o kadar doluymuş ki hiç anlamamışım. Sonra da kaldırıp bir kenara koydum. Geçenlerde iphonedaki müzikleri değiştirirken bunu da eklemek istedim. Nasıl yaptıysam iki kere Bulutsuzluk Özlemi eklemişim ama Bülent Ortaçgil'i eklemeyi becerememişim. En sonunda tekrar update ettim önceki gece şarkıları. Dün de flüt dersine giderken dinledim bütün albümü. Derse saat 5 gibi gittim. Yürüyerek gideyim bari dedim. Hava ılıktı. Akşam üstünün romantizmi vardı, kulaklarımda da muhteşem melodiler. Bütün parçalarda bir deniz özlemi, balıkçılar, adalar, su altı, balıklar....Yani her parçanın içinden deniz geçiyor. Tadımlık olarak dinleyin ve hemen bu CD'yi edinin bence. Biterken karanfilli çay içiyorum. Mis g