Merhaba;
Geçen gün çok severek okuduğum Bana Sıkça Yaz Blogu istatistiklerini yayınlamıştı. En çok hangi yazılar okunmuş, neler yorum almış gibi. Ve senede kaç yazı yayınladığını, 2015 hedefinin ne olduğunu da yazmıştı. Benim istatistiklerimi falan yayınlamak gibi bir niyetim yok, zaten o kadar geniş bir kitleye de ulaşmıyorum. Ama önceki yıllardaki ve 2014teki yazı sayıma bile bakarsam 2014'ün benim için pek üretken geçmediği çok belli. Her iki blogum için de bu geçerli. Had idiğer blogun mazereti var, sonuçta gezi fotoğrafları, gezilecek yerler paylaşıyorum. ne kadar gezdiysem o kadar paylaşabilirim. Peki ya burası? Kitap mı okumadım? Okudum, hem de pek çok. Film mi izlemedim? İzledim, hiç fena değildim. Ama açıkçası içimden pek bir şey yapmak gelmiyor. Ülke olarak yaşadıklarımızdan o kadar bunalıyorum ki, bir kenardan izlemek, paylaşmamak çok daha kolay geliyor. Bir süredir twitterı, facebooku bile azalttım. Özellikle twitter'ın büyük bir mutsuzluk kaynağı olduğunu düşünüyorum. Mümkün olduğunca bakmamaya çalışıyorum. Tabii sizin twitterınızda hep pembe baloncuklar paylaşan insnalar varsa bilemem de, benimkinde yok şahsen. Neyse, gelelim bu yazıya. Bugün gündemimde bir kitap ve bir film var.
1) Koşmasaydım Yazamazdım: Haruki Murakami: Taa koşmaya başlamadan önce, Amerika'dayken merak etmiştim ben bu kitabı. Kindle alınca alacaktım, sonra vazgeçtim. Kitap zaten Japonca. Onun İngilizce çevirisni okuyacağıma Türkçe çevirisini okurum demiştim. Gerçekten de 2014'te iyi ki okumuşum dediğim kitaplardan oldu Koşmasaydım Yazamazdım. Hem bir kere Murakami'nin bilincine bir zoom yapıyorsunuz. Mesela 1Q84'teki kahramanımız bir spor hocasıydı, kasları esneten özel bir program yapıyordu insanlara. Murakami'de böyle bir hoca ile çalışıyormuş. Yazmak hakkında bildiğim her şeyi yollarda, sabah erkenden koşarken öğrendim diyor. Belki koşmasaydı başka türlü bir yazar olacaktı. ama kendisinin de dediği gibi, bunu asla bilemeyiz. Altını çizerek okuduğum paraglarflar oldu. O kadar uzun paragrafları bulaya alıntılayamam tabii ama mesela şöyle bir cümle kurmuş: "Okullarda bizim öğrendiğimiz en önemli şey, en önemli şeylerin okullarda öğrenilemeyeceği gerçeğidir." (sf: 50) Açıkçası benim gibi, eğitimin önemine inanan ama klasik anlamda okul yapısına en ufak bir güveni ve inancı olmayan bir insana söylenmemesi gereken bir cümle. Nedir yani, Dünya'da benim gibi düşünen başkaları da mı var? Şimdi diyebilirsiniz ki koşu ile ilgili bir kitap değil mi bu? Bu tür bir cümle neden var? Bence kitap sadece koşu ile ilgili değil, kitap hayatla ilgili ve koşu sadece bir araç Murakami'nin derdini anlatması için.
Koşu kısımlarına gelince. Benim koştuğum mesafeler Murakami ile karşılaştırılamaz bile. Ben 10 km koşuyorum, o günde ortalama 10 km koşuyor. Ama hissedilen acı gerçek. Kaslarınızın artık devam etmeyeceğim ben demesi, beyninizin yeter artık ne anlamı var böyle at gibi koşmanızın demesi, finiş çizgisini geçtikten sonra ise sanki az önce yorgunluktan yere yapışan siz değilmişsiniz gibi ya biraz daha koşarım ki ben sanki demeniz. Bırakın sizi, beni, Murakami'yi, en ünlü maratoncuların bile bazı günler canlarının antreman yapmak istememesi. Üstelik yazmaya da biraz meraklıysanız Murakami'den ufak tefek ipuçları bile bulabilirsiniz.
Benim için çok keyifli bir okuma oldu, havalar soğuk ve ıslak olduğu için hem de tezimi haftaya sunacağım için ara verdiğim koşu çalışmalarıma tekrar dönmek için de gaz verdi. Ama okuyup sevmeyenler, Murakami'yi biraz burnu büyük bulanlar da olmuş. Biraz koşmakla ilgili olanların ise genel olarak çok beğendiğini söyleyebilirim.
2) This is Where I Leave You:
Dün akşam ne izlesek, ne izlesek diye düşünürken bulduk bu filmi. Babalarının ölümü ile evlerine dönen ve anneleri ile bir hafta geçiren 4 kardeşin bir haftasını anlatıyor film. Babalarının vasiyeti karısının ve çozuklarının Şiva yası tutmasıymış. Şiva yası Yahudilerde ölümün ardından yedi gün süren bir yasmış. Ekşisözlük'te açıklayıcı bir tanım da var esasen. Ben de filmden ve sözlükten öğrendiğim kadarını paylaşıyorum ancak. Çocukların anlamadığı ise, annelerinin Yahudi olmaması ve babalarının da ateist olmasına rağmen böyle bir vasiyetin neden var olduğu. Ama bunu sorgulayamıyorlar çok fazla tabii, Anneleri de baya baskın bir karakter. Bu yas tutulacak diyor. Tabii ki yası kurallarına uygun tutmuyorlar, film boyunca öncelikle bu kardeşlerin birbirini "ne kadar çok" sevdiklerini, "ne kadar çok" anladıklarını görüyoruz. Kardeşlerden biri zaten serseri ve tutunamayan, ötekinin kocası ile, birisinin karısı ile sorunları var, bir diğerinin problemi de çocuklarının olmaması. Tabi ki bu yas sürecinde hem birbirleri ile ilgili hem de kendileri ile ilgili pek çok şey keşfediyorlar. Kah komik, kah duygusal bir filmdi ve biz çok beğendik. Ben zaten bu tür aile filmlerini çok severim. Aile derken çoluk çocuk izleyin diye demiyorum tabii, konusu aile olan ve aile fertlerinin arızalarını gösteren filmleri kastediyorum. IMDB puanı 6.6 ama bence en az 7'yi hak ediyormuş.
Bu aralar çok fim izliyoruz. İzlediğimiz dizilerin aşağı yukarı hepsi bitti, Türk kanallarındaki aşağı yukarı hiçbir yapıma katlanamıyorum, O yüzden de izlediğimiz film sayısında dramatik bir artış var. Bazen güzel filmler oluyor, bazen pek sıkıcı. Ama film izlemeyi de özlemişim resmen. Yılbaşı programım da oturup Christmas filmleri izlemek olabilir gibi geliyor bana. Sizin yılbaşı programınız ne?
Kaynaklar:http://www.kitapgalerisi.com/images_buyuk/f6/Kosmasaydim-Yazamazdim_170506_1.jpg
http://s20.postimg.org/xpx1kvfb1/image.jpg
Yorumlar
Yorum Gönder