Günaydın;
Son zamanlarda
neler yaptım? Öncelikle tezimi teslim ettim. Önümüzdeki bir ay içinde sunmayı
ve artık bu doktora çilesine son noktayı koymayı planlıyorum. Bir iş elinizde
uzadıkça sıkıntı yaratıyor
Daha önce
yazmıştım, koşmaya başladım. Hatta geçtiğimiz pazar İstanbul Maratonu'nda 10 km
koştuk. Tabi ki derece yapmak falan gibi bir derdim yoktu ama 66 dakikada 10 km
beni bile şaşırttı. Kabul etmeliyim özellikle Tophane'yi geçtikten sonra çok
yoruldum. Normalde 6 km civarında koşuyorum. 8 km falan gayet iyi gittim ama
son 1.5 - 2 km zorlayıcıydı. Ama yaptım, oldu. Çalışmalarım devam edecek:)
Esasında uzun
uzun okuduklarımı yazmak istiyordum ama düşünüyorum da o kadar uzun yazmaya
değecek pek bir kitapta okumadım. Kısa kısa yazayım.
1Q84 - Haruki
Murakami: Şu meşhur kitap, Hani çantaya koysanız koyulmaz, yatakta okunmaz,
okumak için rahle ister. Ben kitabı Kindle'dan okudum. Yoksa okumak gibi bir
niyetim yoktu açıkçası. Kitapta bir otoyoldaki merdivenleri kullanarak paralel
evrene geçen bir kadın, paralel evrendeki bir adam ve garip bir tarikatla
ilişkileri anlatılıyor. Okudum, okudum ama sevdim mi sevmedim mi bilemedim.
Başlarda çok heyecanlıydı. Sonra sonra Murakami'nin bitmez bilmek tekrarları
canımdan bezdirdi beni. Evet anladık, herkes basit bir kahvaltı yapıyor,
köşedeki barda bira içiyor, Murakami bıkmadan usanmadan her yeni gün için
tekrar tekrar yazmış bu tür detayları. Aynı olay Zemberekkuşu'nun Güncesi'nde
de vardı. Belki 300-400 sayfalık bir kitap okusak tamam ama okunan kitabın
boyutları 1000 küsür sayfa olunca fenalık geliyor insanın içine. Tabii burda
belki de Doğan Kitap'ın stratejisini de sorgulamak lazım; Japonca aslında 3
kitap olan bu eseri bize Amerika versiyonunu örnek alarak tek kitap halinde
sunduğu için. Murakami'nin kendisi bile 1000 sayfalık versiyonu görünce çok
büyük bir kitap olmuş demiş. Sonuç olarak önerir misin derseniz nötr kalırım.
Okuduğum için pişman olmadım, yarım bırakmadım. Ama Murakami'nin başka
kitaplarına öncelik vermenizi tavsiye edebilirim.
Bilinmeyen
Adanın Öyküsü - José Saramago: Danışmanımın önerisi ile aldım, zaten kısacık
bir kitap, roman değil uzun öykü, uzun öykü bile değil. Bence kısa öykü. Yarım
saat falan sürdü okumak. Bilinmeyen adayı arayan bir adamın öyküsü. Ben daha
önce Saramago okumadım (Tamam kabul edeyim, yarım bıraktım. Death with
Interruptions'ı) Gayet güzeldi bu hikaye. Bir arkadaşınızla buluşacaksınız ama
arkadaşınız yarım saat geç kalacağım mı dedi? Hemen en yakın kitapçıya girip
bir Bilinmeyen Adanın Öyküsü alın. Pişman olmayacaksınız.
Seyahat Sanatı –
Alain de Botton: de Botton çok sevilen bir felsefeci. Ben ilk defa okudum. Tabii
işin içinde seyahat olunca arka kapağı bile okumadan aldım kitabı diyebilirim.
Esasında neden seyahat ederiz, seyahat etmek bize ne kazandırır gibi sorular sorularak
yazılmış bir kitap. De Botton ile yola çıkıyorsunuz ve evinize dönene kadar
size eşlik ediyor. Yol boyunca Van Gogh, Baudelaire, Flaubert gibi pek çok
insan size rehberlik ediyor. Ama bir şeyler eksik kalıyor. Açıkçası bir roman
okumadığım için biraz kafamı kurcalamasını istemiştim okuduklarımın. Aşırı basitti,
okuduklarımın altını çizme ihtiyacı bile hissettirmedi. Belki bir kaç paragraf
bilemiyorum. Ama de Botton’ın bu kadar sevilmesinin sebebi de bu olabilir.
Başka kitaplarını da okumakta fayda olabilir.
10 ½ Bölümde Dünya
Tarihi – Julian Barnes: Bu kitabı kitap klübümüz için okudum. Dünya tarihi
içinde bildiğimiz olayları farklı bir gözle anlatıyor. Farklı derken şu kadar
farklı, Nuh’un Gemisi’ni mesela bir tahtakurusu anlatıyor. Bazı bölümler çok
ilgi çekiciydi, bazı bölümlerse baya baya sıkıcıydı. Ama okumak iyi geldi bana.
Son zamanlarda okuduğum en farklı kitaplardan birisiydi. Tavsiye edebilirim.
Malafrena – Ursula Le
Guin: Hoop toplanın, saygı duruşuna
geçin. Bu bir Le Guin kitabı. Ama olmadı mı olmuyor. Uğur çok beğendi kitabı,
sorun bende yani. Beğenmedim değil bakın. Henüz okuyorum, ve daha kitabın çok
başlarındayım. Ama kitabın içine giremedim bir türlü. Yani kitap bir kaç
haftadır elimde ama ancak 150 sayfa okumuşum. Tamam Le Guin kitapları her zaman zorlu okuma
süreçleri olmuştur ama bu kitap öyle de değil. Esasında sorun benim şu aralar
tezimle falan ilgilenirken kitaba zaman ayıramam ve aramıza mesafe girmesi.
Önümüzdeki bir kaç haftada biter diye düşünüyorum. Birde 1976 basımı bir kitabın Türkçe'ye yeni kazandırılması? Çok acı.
Başka
ne var derseniz. Geçtiğimiz hafta İstanbul Modern’e gittik. Türk sinemasının
100. Yılı kapsamında şehirde pek çok sergi var, birisi de Modern’deydi. Ben
daha kapsamlı bir sergi olur diye ummuştum, biraz küçüktü ama gene de görmek hoşunuza gidebilir. Özellikle eski
fotoğraflar çok hoştu. İlgilenirseniz sergi 4 Ocak'a kadar açık. Biz bir de Nar Photos'un Yolda seçkisini gördük. Nar Photos zaten Türkiye'nin başarılı fotoğraf oluşumlarından birisi. Yolda'daki fotoğraflarda 10 yıllık geçmişimizle ışık tutuyordu. Ne yazık ki o sergiyi artık görmeniz mümkün değil.
Bir
de uzun zamandır yazmak istediğim bir dizi var. Bilenler bilir gerçi, ama gene
de es geçmeyelim. Forbrydelsen.
Eğer ki polisiye seviyorsanız sakın kaçırmayın. Danimarka cinayet bürosunda
geçiyor dizi. Polisimiz işine takıntılı Sarah Lund. Seks, politika, cinayet, ne
ararsanız var. Üstelik polisler öyle CSI’daki gibi ottan boktan DNA
bulamıyorlar. DNAsını buldukları adamlar sistemde kayıtlı olmuyorlar. Cinayet
büro ofisleri leş gibi, öyle janjanlı ofisler değil. Yani her şey gerçek. Biraz
Sarah Lund gerçeküstü gibi. Çok başarılı.
Şimdilik bitsin, zaten cook uzun bir yazı oldu.
Hayat
kısa, kuşlar uçuyor.
....
Not: Kitap kapak fotoğraflarını internetten buldum. Referans vermeye gerek yok heralde.
Yorumlar
Yorum Gönder