Ana içeriğe atla

Gene Haftasonu

Selam;

Geçen haftadan beri hiçbir şey yazmadım biliyorum ama enteresan hiçbir şeyde yoktu gözüme çarpan. Bu haftaki en büyük konumuz Libya'ydı maalesef. Ve hatta Libya'da mahsur kalan bir tanıdığımızın oğlu için endişelenip durduk. Neyse ki dün gece sağ salim döndü İstanbul'a da biz de rahat bir nefes aldık.

Geçen haftasonu ne yazık ki Frida'ya gidemedim. Bu cumartesine planlamıştım ama hava o kadar tatsız ki, hiç sanmıyorum evden çıkıp karşıya geçmek isteyeceğimi. Zaten Anadolu Yakası ile Avrupa Yakası arasında acaip bir hava farkı var. İşe gelirken Levent'e falan gelince resmen bunalmaya başlıyorum. Kanyon'un, Safir'in (Sapphire mi yoksa?) falan üstleri hep sisle bezenmiş oluyor. Nefret ediyorum o görüntüden. Normalde hani hergün karşıya geçiyorum, haftasonu geçmek istemem demem, ama gerçekten de kendi evimdeki hava daha açıkkne karşıya geçmem gibi geliyor bana. Zaten cumartesi misafirim var, oturup pasta falan yapayım ben:)

The Great Gatsby'i okumaya başladım, hem de İngilizce. Bu İngilizce kitap okumalarım genelde hep hüsranla sonuçlanıp yarım bırakılıyorlar. Aylarca peşinde koştuğum On the Road'u bile bitirmedim. Ayıp bana. Ama napayım , çok sıkılıyorum. Bir de istediğim kadar dile hakim olayım, yazılanları anlamakla ilgili bir sıkıntım olmasa bile dikkatim çok çabuk dağılıyor, konudan kopuyorum, sadece kelimeleri okumaya başlıyorum. Neyse ki Gatsby nispeten kısa bir kitap. Bitirebileceğimi düşünüyorum. 

Sabah gelirken İtü Yelken Klübü'nün toplantı çağrılarını gördüm. Yelken öğrenmeyi çok ama çok istiyorum. Ama biliyorum ki sıkıntı ders almakta değil, daha sonra yelkenli kiralamak çok maliyetli oluyor. O yüzden de asla yanaşmadım kurslara katılmaya. Ama gene de sabah sabah içim buruldu. Size iki tane fotoğraf göstereyim de, şu soğukta uyuz olalım. Ama bir de bu soğukta yelkenli de olduğunuzu düşünsenize:))


Akşama ne pişirsem derdi beni benden alıyor gerçekten de. Uğur eti çok seviyor, bu akşama mesela şiş kebap pişirmeyi önerdi, yuh dedim. Gerçi hani ben de severim ama öyle de büyük bir aşkla değil. Son zamanlarda balık yerken çok zorlanıyorum mesela. Tavuk ve ette o kadar zorlanmıyorum ama, balık böyle bütün halde geliyor ya tabağa. Hayvanı yüzerken tutup kızartıyoruz düşüncesini aklımdan asla çıkaramıyorum. Zaten birkaç sene önce Kaş'ta yüzen kalamarları gördüğümden beri kalamar yiyemiyorum. Ki belirtmem lazım, o kalamarları görmeden önceki gece, hayatımda yediğim en lezzetli kalamarı yemiştim. Bol kekikli, tüp şeklinde ızgara yapılmış. Ama kalamar suyun içinde öylesine güzel bir hayvan ki. Turuncu gözleri, yeşil duyargaları var.
Çifter çifter yüzüyorlardı ki çiftleşme dönemiydi olasılıkla. O günden sonra sadece iki kere kalamar yedim. Birinde acaba gerçekten yiyemiyorum diye mi denedim, evet yiyemedim. İkincisi de ne yazık ki İspanya'da paellanın içinde vardı. Yemiş bulundum. Enteresan ama Google'da ne Türkçe ne de İngilizce aratınca doğru dürüst bir kalamar fotoğrafı bulamadım. Zavallı kalamarlar hep kızartılmış, dilimlenmiş halleriyle gösterilmişler.   Mesela Bodrum'da bir kere ahtapotun nasıl öldürüldüğüne şahit olduğumdan beri ahtapot yemem. Gerçi o güne kadar da yememiştim, artık hiç yemem. Ne bileyim deniz yıldızları satılır ya kurutulmuş. Onları asla almam, onları da suda gördüm. Yengeçler enteresandır mesela. KAfalarını taşın altından çıkarıp çıkarıp etrafı kolaçan ederler. İzlerim yengeçleri deniz kıyısına gidince. Bir tanesi Bozcaada'da bacağıma tırmanmak istemişti hatta. Bir kere yengeç yedim, insanoğlunun manyak olduğuna kanaat getirdim. Çok lezzetli bulmadığım gibi, o hayvanların da hunharca öldürülmelerini çok manasız buldum. Deniz hayvanlarını yemek zorlu bir durum o yüzden benim için. Somon, ton balığı ile ilişkim nispeten daha iyi. Hayır işin kötü yanı, balık yemeyi seviyorum. Sadece mutsuz oluyorum hayvanları yiyince. Yoksa bir levrek, bir çupra bunlar sevdiğimiz lezzetler yani. Ama yemekten sonra da derin bir mutsuzluk duyuyorum. Somon ve ton yemek nispeten daha kolay. Onları balık gibi görmüyorum ya sofrada. Et konusu daha da çetrefilli. Ben eti esasen sadece et gibi yemeyi severim. Kıymalı sebze yemeği pek sevmem mesela. Köfte falan severim. Ama hayat köfteyle, şiş kebapla geçmiyor. Hele bir de yemek pişirmeyi düşünmesi gereken kadınları düşünün. Erkekler için her zaman aman köfte yapalım, şinitzel yapalım falan yemek yeme olayı genelde. Bizde ise tam tersi. Yemek olsun, ertesi güne de kalsın, besleyici olsun telaşı yüzünden köfte patates mesela sadece zor zaman yemeğidir değil mi? Evet buraya nerden gelmiştik? Hah! Akşama ne pişirsem? Düşünün ki evin erkek kısmı şiş kebap istemiş, kadın kısmı da etsiz bişi istiyor. Nerede uzlaşabiliriz? Fikri olan?

Esasında bu yazıyı saatlerdir yazıyorum. Biraz telefonla konuştum, yukarı çıkıp kahve aldım, fener balığını okudum, Greenpeace videosunu izledim. Ve artık iyice kafam da çorba olmaya başladı. Yazmak istediklerimi de unuttum sanırsam. Greenpeace videosunu izlemediyseniz lütfen burdan buyurun:
Bilenler azılı bir nükleer karşıtı olduğumu bilirler. Bilmeyenler de öğrenebilirler:)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MSA'da Pişirdim Evime de Getirdim

Merhaba; Toplanın şöyle etrafıma size çok güzel bir deneyim anlatmak istiyorum. Geçen hafta Seyahatperest Özge 'nin davetine uydum. Mutfak Sanatları Akademisi 'nde İtalyan Yemekleri Workshop'ına gideceğim benimle gelmek isteyen var mı dedi? Yemeklere baktım. Menüde el yapımı deniz mahsüllü fettucine, kuşkonmaz çorbası ve Marble cheesecake, amaretto ve bitter çikolatalı vardı. Kuşkonmaz çorbası ile ilgili bir fikrim yoktu, cheesecake ile zaten aram yok ama deniz mahsüllü fettucine beni can evimden vurdu. Zaten önceki hafta internette birkaç tarif okumuştum ama açıkçası hangisini pişireceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bir de bu deniz mahsülleri ucuz değil sonuçta. Benim de yemekle çok iyi bir ilişkim olmasına rağmen çok vardır beceremeyip çöpe atmak zorunda olduğum yemekler. O yüzden de bu deniz mahsüllerine hep mesefali yaklaştım. Neyse. Menüyü görünce buna ben gitmeliyim dedim. Sağ olsun Özge'nin kedileri de öyle düşünmüş. Pazartesi workshopa katılmak için benim gid

Beyazlı Kadın

Bir süredir okuduğum kitapları hiç yazmadığımı fark ettim. Hazır Beyazlı Kadın'ı yeni bitirmişken, kütüphanenin rafları arasında kaybolmamışken hemen yazayım bari dedim. Bu kitabı kitap klübümüzde okumuştuk, sanırım 3 kişi aldık sadece. Benden önce Bellanomisma okudu, diğer arkadaşımız okudu mu bilemiyorum. Ben esasında hayli kararlıydım, yazın sahilde okuyacaktım ama son anda aldığım kitaba Uğur el koyunca, (Zeno'nun Bilinci) elimde iki kitapla kalakaldım. Beyazlı Kadın ya da Karamazov Kardeşler.  Hadi dedim madem Bella çook beğendi, alayım raflardan da okuyayım. Wilkie Collins'in bu kitabı ilk gotik ve polisiye roman olarak geçiyormuş. Kitap yayınlandığında İngiletere'de öylesine büyük bir sükse yapmış ki Charles Dickens bile kıskançlık krizlerine girmiş Edward Drood'un Gizemi'ni yazmaya başlamış ama bitirmeye ömrü vefa etmemiş. Gerçekten de bir gizem olmuş sonu. Beyazlı Kadın İngiltere'de Limmerge Malikanesi'nde yaşayan iki genç kadına r

İçinden Deniz Geçen Şarkılar

Bülent Ortaçgil'e büyük bir aşk besleyen bir insan değilim. Ama yeni albümünün çok başarılı olduğunu okuyunca birkaç yerden ben de aldım. CD'yi alalı neredeyse iki ay oldu. Birkaç dinleme denemem başarısızlıkla sonuçlandı. Yeterlik sonra belki sakin sakin iyi gelir dedim ama kafam o kadar doluymuş ki hiç anlamamışım. Sonra da kaldırıp bir kenara koydum. Geçenlerde iphonedaki müzikleri değiştirirken bunu da eklemek istedim. Nasıl yaptıysam iki kere Bulutsuzluk Özlemi eklemişim ama Bülent Ortaçgil'i eklemeyi becerememişim. En sonunda tekrar update ettim önceki gece şarkıları. Dün de flüt dersine giderken dinledim bütün albümü. Derse saat 5 gibi gittim. Yürüyerek gideyim bari dedim. Hava ılıktı. Akşam üstünün romantizmi vardı, kulaklarımda da muhteşem melodiler. Bütün parçalarda bir deniz özlemi, balıkçılar, adalar, su altı, balıklar....Yani her parçanın içinden deniz geçiyor. Tadımlık olarak dinleyin ve hemen bu CD'yi edinin bence. Biterken karanfilli çay içiyorum. Mis g