Bugün bir karmaşık düşünceler içindeyim. Sabah erkenden fakülteye geldim ama yapacak hiçbir şey yokmuş. Dün bir analiz yapmıştım, 50 Hz'de topladığım verilerin baskın frekansı 60 Hz'de çıktı. Facebooktan sordum kimse cevap vermedi. Oysa ki işaret işlemeci çok arkadaşım vardı. Acaba yöntemde mi hata yaptım, verilerde düşünemediğim bir şey mi var, hiç fikrim yok. Hocam derste, verilerle ilgili daha çok bilgisi olan arkadaşım da ancak yarın gelecekmiş. Hızlıca bitirmek istiyorum bu çalışmayı. En iyisi ben öğleden sonra kaynak arayayım, makale okuyayım. Sonuçta referansa da ihtiyacım var.
Yeterlik hakkında hiç konuşmadık sanırım. Kaldım ve bunun nedenleri hakkında konuşmak değil derdim. Sadece bana hissettirdiklerini düşünüyorum. Ağustos ayındaki düğünden ve alayından sonra, Eylül ayında ders çalışmaya başlamıştım. Kendimi paralamıyordum henüz ama her gün illa ki bir saat iki saat bakıyordum. Hiçbir şey yapmamışsam bile sayfalarını çeviriyordum defterlerimin. Sonraki zamanlarda tabi ki çalışmalar hızlandı. Daha çok, daha çok, daha çok... Son zamanlarda artık Duygu'nun evine kamp kurmuştuk. Kampı oraya kurmamızın sebebi de yemek pişirmek ve hazırlamakla zaman kaybetmek istememizdi. Annesi sağ olsun çok güzel besledi biz. Hatta yeterlikte aldığımız kiloları hala veremedik. Çoğunuz en azında ÖSS'ye girmiş insanlar olarak bilirsiniz ki bu tür sınavlar hayatınıza ambargo koyuyorlar. Bu süreçte sinemaya gitmeyi, havuza gitmeyi, tiyatroya gitmeyi,, bildiri ve makalelerle çalışmayı bıraktım. Varsa yoksa sadece ders çalışmak, popomun üstüne oturmak vardı. Ekim-Aralık ayları arasında sanki ahaytım askıya alınmıştı, ben uzaktan izliyordum. Aralık ayında kitap okumayı da bıraktım, artık kafam kaldırmıyordu. İzlediğim dizileri bıraktım, hatta Türk dizilerini bile bıraktım. Aralık ayında ayrıca uyumayı da bıraktım. Huzurlu bir uyku uyuyamaz oldum. Geceleri düzgün uyuyamayınca da, gündüzler çileye dönüştü. Birkaç kere de ölesiye uyumuşluğum var. Başımı bir koyup 12 saat boyunca gözümü açamadan... Bir gece saat 5te gözümü açıp Sait Faik'in bir hikayesini aradım. Sait Faik o hikayede "yazmazsam çıldıracaktım" diyordu. Ben de o hikayeyi okumazsam çıldıracaktım. Sanki o saatte herşey o hikayeyi bulup okumama bağlıydı. Sınav haftası, ve sınavdan kaldığımı öğrendiğim hafta ise toptan tatsızdı. Uykusuz, üzgün, sinirli... İşte yeterlik sınavı bana bunlara ve daha pek çok şeye mal oldu. Mal olduklarının karşısında ben sınavı geçseydim tatsız bir hatıra olarak aklımda kalacaktı o dönem sadece. Ama dediğim gibi sınavdan kaldım. Ve önümde beni gene aynı dönem bekliyor. Şimdi derin bir boşluk var, hocam bu aralar pek çalışmalayım sen derslerine çalış dedi. Ama henüz Şubat'tayız. Tekrar oturup ders çalışmayı kladırabilecek yapıda değilim. Nisan ayında başlayayım, hızlıca bitireyim diyorum. Zaten geçen seferden herşeyi olmasa da yoğınluğunu hatırlıyorum çalışılması gerekenlerin. Bu bir senede yaşadıklarım için üzgünüm. Kaybettiğim zaman için ve bunun ötesinde kendime yapamadığım yatırımlar için çok üzgünüm. Bunları tekrar yaşayacağım için de çok üzgünüm. Tekrarına gücüm var mı onu da bilmiyorum açıkçası.
Dün Duygu ile kariyerlerimiz üzerinde falan konuştuk. Sonra akşam kariyerden öte kendimle ilgili düşüncelere daldım. Nasıl bir bakışım var hayata diye. İstediğim şeylerin çok net olduğunu biliyorum zaten. Hani Evliya Çelebi Hızır Peygamberin karşısında Şefahat ya Resulaallah diyeceğine heyecanlanmış ve seyahat demiş ya, işte ben de bunu istiyorum. Bütün Dünya'yı gezeyim. Hakan Öge'yi bilir misiniz? İşte Hakan Öge idolüm. Yelken ile açılan, yıllarca Dünya'yı gezen bir fotoğrafçı. Yapmak istediğim herşeyi yapmış bir insan esasen. Diyebilirsiniz ki git yelken kursuna, zaten evden çıksan 10 dakikada limandayım. Ama sorun bu değil işte. Bir şeylerin kursuna gidip onu yapamamak hiç hoşuma gitmiyor. Ata binmek için kursa gidiyorsam dağlarda ata binebilmeliyim (ki bu da zeytinlik, üzüm bağı ve bademlik projemin bir parçası. Bir kaç farklı ırktan at istiyorum ) Yelken kursuna gitmemin sebebi kullanabileceğim bir yelkenlimin olmasıdır. Burda dönüp dolaşıp işler paraya geliyor. Para için kariyer yapman gerekiyor. Falan filan. Bu noktaya girmeyeceğim.
Beklentim sabah kalkıp çiçeklerimi sulamak, alelacele ağzıma tıkıştırdığım tostlarla değil, güzel bir şekilde kahvaltı etmek, denizdeysem yelkenimi açıp gitmek, binlerce kare fotoğraf çekmek, içlerinden hangisi en iyi onu bulmak... Kitaplarımı okumak, flütte bir Bach sonatı çalmak.
Bu hayalleri kurarken hep arka plandan caz çalıyor, her akşam şarap kadehleri ile bitiyor gibi geliyor sanki.
Dedim ya bugün kafam çok karışık nedense. Yazı da hiçbir yere ulaşmadı. Böyle bir iç dökmeydi diye düşünün. Ne bileyim.
Kendini arayan bir ruh olacağım aklıma hiç gelmezdi ama öyle olduğumu fark ettim. Hani hepimiz ne olacağımızı daha küçüklükten biliyoruz ya. Sınavlar, okullar, okullar, sınavlar... Bunlar böyle giderken ne olduğumuzu düşünmüyoruz, ne olmamız bekleniyorsa o oluyoruz. Sonra ya ben nerdeyim dediğimiz de -ki diyenler şanslı bence, demeyenler çoktur- kafamız çok karışıyor. Ben de öyleyim sanırım bir süredir.
Biterken jehan barbur çalıyordu. İl defa dinliyorum, sevdim mi, sıkıldım mı bilemedim.
Ne güzel yazmışsın arkadaşım..
YanıtlaSilKendimi buldum, kendimi okudum sanki :)
Sezoşcum yazını çok begendim. Ahh benim de ne hayallerim var ama olmuyor:( Umarım hayallerimizin hepsi bir bir gerçekleşir. İnsanın buna çok ihtiyacı var. Sen arada sırada bu tarz yaz oldu mu, insan okuyunca rahatlıyor en azından. Öpüyorum seni.
YanıtlaSil