Ana içeriğe atla

Amerika'dan Sonra Hayat Var (mı) ?

Merhaba;

En son tam da ABD'ye Uğur'un geleceği gün yazmışım. Üzerinden tam 4 ay geçti. Bu 4 ay nasıl geçti?  Esasında ilk önce hasret giderdik bolca, ailemle, Uğur'la, arkadaşlarımla. Bir de zeytinyağlı biber dolması ile. 

Sonra işe gitmeye başladım ya. İşte orda Türkiye gerçekleri suratıma bindi. Metrobüse bindim, trafiğe girdim. Hayattan bezdim. Amerika'da ne güzel yürüyerek gidip geliyordum işe, temiz hava, hiç güneş:P 15 dakikada eve dönmek çok güzeldi. Dünya kadar zamanım vardı kendime kalan. Yalnızken bu zaman fazla geliyordu tabii ama ailenle, arkadaşlarınla olsan nasıl güzel olurdu. 

İnsanlar kibardı. Otobüs şoförü bile bugün ne kadar güzel olmuşsunuz diyebiliyordu ve bu bir sapıklık, sarkıntılık değildi. Sadece kibarlıktı. Herkes birbirine günaydın diyordu (Çinliler hariç), selamlaşıyordu. Öylesine güzeldi. 

Gezi yazılarımı takip ettiyseniz eğer, San Francisco'yu o kadar çok sevmiştim ki. Okyanus'a değince ayaklarım, kendimi mutlu hissettim, bütün hissettim. Çok güzeldi. 

İstanbul bir beton yığınına dönmüş. Yeşil bir alan bulmak öyle imkansız. 2. köprü yolundan 3. köprüye bağlantı açıyorlar. Binlerce ağaç kesilmiş. Böyle saçmalık olmaz. Her taraf inşaat, her taraf kentsel dönüşüm. Nefret ettim şehrimden. Geçen gün bir yerlerde İstanbul'un nufüsunun 2030'da 30 milyona ulaşacağını okudum. 30 milyonun bu küçücük şehirde ne işi var? Kaçıp gitsek ya?

Tatile gittik, bütün esnaf sizi kazıklamak için uğraşıyor. 60 liraya 35lik şarap satan mı isterseniz, iki şezlong bir şemsiyeye 40 lira isteyen mi? Yoksa çupra parasına sinarit satan mı? Ege sahillerimizin suyu çıkmış. Karşı kıyıya mı geçmek lazım o zaman?

Neden biz insanlar böyle tuhafız? Sevgisiz ve saygısızız birbirimize. Neden böyleyiz? Neden cahilliği kutsuyoruz? Eğitimi neden küçümsüyoruz? Geçenlerde facebookta bir arkadaşımla konuştukta, ben evrim sürecinde beynimizi bir yerlerde bıraktığımız savundum, o da  ters evrimleştiğimizi. Var mı ikisinin arasında bir fark? Geldiğimiz nokta gene aynı. 

Washington'da araba kullanabileceğime kanaat getirmiştim. 12 senedir ehliyetim var ama babam sağolsun, hiç cesaretim yoktur araba kullanmaya. En sonunda bu işi çözmeliyim ben dedim. Neden mesela sokak arasında yavaş gidiyorum diye arkamdan çılgınca kornaya basıyorlar? Mesela arabam bozulmuş olamaz mı? Mesela ben yavaş gitmek istiyor olamam mı? Mesela orası sokak arası olduğu için önüme çocuk, kedi, köpek, yaşlı çıkamaz mı? Mesela sen beyinsizin önde gideni olamaz mısın? 

Anlamıyorum ki nasıl eşlerini öldüren adamlar televizyonlara çıkabiliyorlar? Neden bu tür ağır suçları cezalandırmıyoruz da ödüllendiriyoruz?

Geçen haftaki Penguen'in kapağını alın, bu haftakine koyun aynısı olsun. Bu ülkede neden on yüz bin milyon farklı şekilde ölebilirsin? 

Esasında yaptığım hiçbir şey yokken kafam nasıl bu kadar dolu olabiliyor? Kitap bile okuyamıyorum bu aralar? Birkaç gündür hep başlıktaki soruyu sorup duruyorum. Amerika'dan sonra hayat var mı? Gerçekten var mı? Amerika'da da Ferguson olayı oldu demeyin bana. Ya da ABD bütün dünyayı sömürüyor da demeyin. Yunanistan'daki insanlar da kibar olmayı becerebiliyorlar. Kibarlık, karşısındakine saygı duymak falan zenginlikle olmuyor, dünyayı sömürmekle de faland a ilgisi yok. Sadece eğitimle ilgili bence. Ve biz ilerleyeceğimize sürekli ama sürekli geriliyoruz. 

Güzelim ülkemiz yaşanmaz, içinden çıkılmaz bir cehenneme dönmüş. Neden böyle olmuş? Döndüğümden beri çok mutluyum çünkü sevdiğim herkes burda, ama bir o kadar da mutsuzum. Çok güzel bir dünyanın var olabileceğini de gördüm. Hemde tatil yaparken değil, orada yaşadım ve gördüm. Şimdi de soruyorum kendime sık sık. Sahi yaşadıklarım gerçek miydi? Peki Amerika'dan sonra hayat var mı?


Yorumlar

  1. İki yıl geçtikten sonra denk gelip okuyorum ve bir daha memleketi gözümün önüne getiriyor istemsizce gülüyorum. Bir 2 yıl daha geçse sonra bir daha dönüp baksam neler değişecek acaba sorusunun cevabını tabiki merak dahi etmiyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Samet Bey, ne fena değil mi? Ben de iki yıl sonra yazıyı okudum, yorumunuzu ne yazık ki şimdi gördüm. 2 yılda bile gerilemeyi başardık. Bilimsel incelemeye tabii tutulsak yeri bence.

      Sil
  2. İki yıl geçtikten sonra denk gelip okuyorum ve bir daha memleketi gözümün önüne getiriyor istemsizce gülüyorum. Bir 2 yıl daha geçse sonra bir daha dönüp baksam neler değişecek acaba sorusunun cevabını tabiki merak dahi etmiyorum.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

MSA'da Pişirdim Evime de Getirdim

Merhaba; Toplanın şöyle etrafıma size çok güzel bir deneyim anlatmak istiyorum. Geçen hafta Seyahatperest Özge 'nin davetine uydum. Mutfak Sanatları Akademisi 'nde İtalyan Yemekleri Workshop'ına gideceğim benimle gelmek isteyen var mı dedi? Yemeklere baktım. Menüde el yapımı deniz mahsüllü fettucine, kuşkonmaz çorbası ve Marble cheesecake, amaretto ve bitter çikolatalı vardı. Kuşkonmaz çorbası ile ilgili bir fikrim yoktu, cheesecake ile zaten aram yok ama deniz mahsüllü fettucine beni can evimden vurdu. Zaten önceki hafta internette birkaç tarif okumuştum ama açıkçası hangisini pişireceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bir de bu deniz mahsülleri ucuz değil sonuçta. Benim de yemekle çok iyi bir ilişkim olmasına rağmen çok vardır beceremeyip çöpe atmak zorunda olduğum yemekler. O yüzden de bu deniz mahsüllerine hep mesefali yaklaştım. Neyse. Menüyü görünce buna ben gitmeliyim dedim. Sağ olsun Özge'nin kedileri de öyle düşünmüş. Pazartesi workshopa katılmak için benim gid

Beyazlı Kadın

Bir süredir okuduğum kitapları hiç yazmadığımı fark ettim. Hazır Beyazlı Kadın'ı yeni bitirmişken, kütüphanenin rafları arasında kaybolmamışken hemen yazayım bari dedim. Bu kitabı kitap klübümüzde okumuştuk, sanırım 3 kişi aldık sadece. Benden önce Bellanomisma okudu, diğer arkadaşımız okudu mu bilemiyorum. Ben esasında hayli kararlıydım, yazın sahilde okuyacaktım ama son anda aldığım kitaba Uğur el koyunca, (Zeno'nun Bilinci) elimde iki kitapla kalakaldım. Beyazlı Kadın ya da Karamazov Kardeşler.  Hadi dedim madem Bella çook beğendi, alayım raflardan da okuyayım. Wilkie Collins'in bu kitabı ilk gotik ve polisiye roman olarak geçiyormuş. Kitap yayınlandığında İngiletere'de öylesine büyük bir sükse yapmış ki Charles Dickens bile kıskançlık krizlerine girmiş Edward Drood'un Gizemi'ni yazmaya başlamış ama bitirmeye ömrü vefa etmemiş. Gerçekten de bir gizem olmuş sonu. Beyazlı Kadın İngiltere'de Limmerge Malikanesi'nde yaşayan iki genç kadına r

İçinden Deniz Geçen Şarkılar

Bülent Ortaçgil'e büyük bir aşk besleyen bir insan değilim. Ama yeni albümünün çok başarılı olduğunu okuyunca birkaç yerden ben de aldım. CD'yi alalı neredeyse iki ay oldu. Birkaç dinleme denemem başarısızlıkla sonuçlandı. Yeterlik sonra belki sakin sakin iyi gelir dedim ama kafam o kadar doluymuş ki hiç anlamamışım. Sonra da kaldırıp bir kenara koydum. Geçenlerde iphonedaki müzikleri değiştirirken bunu da eklemek istedim. Nasıl yaptıysam iki kere Bulutsuzluk Özlemi eklemişim ama Bülent Ortaçgil'i eklemeyi becerememişim. En sonunda tekrar update ettim önceki gece şarkıları. Dün de flüt dersine giderken dinledim bütün albümü. Derse saat 5 gibi gittim. Yürüyerek gideyim bari dedim. Hava ılıktı. Akşam üstünün romantizmi vardı, kulaklarımda da muhteşem melodiler. Bütün parçalarda bir deniz özlemi, balıkçılar, adalar, su altı, balıklar....Yani her parçanın içinden deniz geçiyor. Tadımlık olarak dinleyin ve hemen bu CD'yi edinin bence. Biterken karanfilli çay içiyorum. Mis g