Evet sonunda geri geldim, söz verdiğim gibi İmkansızın Şarkısı'nı yazmaya. Esasında bu kitap için söyleyeceğim öyle çok kelime var, bir yandan da öylesine anlatmak istemiyorum ki. Enteresan, çok kitap okurum ama son zamanlarda etkilendiğim çok fazla bir şey olmamıştı. Ama öncelikle İmkansızın Şarkısı, sonra da Cebelavi Sokağı'nın çocukları dengemi bozdu diyebilirim, ki bakın açıkça söyleyeyim kitaplar için bu cümleleri de çok sık kullanmam. Bir kitap okudum hayatım değişti insanı değilim ben. Neyse, gelelim konumuza. Daha önce söylemiştim, Etrafta dönen Sahilde Kafka fırtınasına ben de kapıldım ve İmkansızın Şarkısı ile Zemberekkuşu'nun Güncesi'ni aldım. Zemberekkuşu'nu internette okumuştum ama İmkansızın Şarkısı'nı almamdaki en önemli etken arka kapakta geçen birkaç cümle idi. 1968 Japonya'sında geçen bir hikaye, Murakami'nin yaşamından esintiler, Salinger ve Fitzgerald tarzı anlatım. İşte bunlar benim için yeterli oldu. '68 Japonya'sını düşündüm ve o dönemle ilgili hiçbir bilgimin olmadığını gördüm. '68'in Türkiye'deki etkilerine vakıfız, keza Avrupa'daki yayılımını da biliyoruz. Ama ya bize çok uzak bir ülke olan Japonya?
Kitap kahramanı Vatanebe'nin 67-68 yılları arasında yaşadıklarını anlatıyor, bir yandan da Japonya'daki yaşamı gösteriyor. Esasında politik yönü olmayan bir karakter Vatanebe. Biraz da manasız buluyor bütün bu olanları. Bir yandan üniversitede derslerine devam ediyor, öte taraftan taa çocukluğundan beri tanıdığı, en yakın arkadaşının eski sevgilisi olan Naoko ile acayip bir ilişki yaşıyor. Naoko 20. yaş gününden sonra Tokyo'dan ayrılıyor, Vatanebe ise nereye gittiğini ancak aylar sonra öğreniyor. Bu arada da okulda Midori isimli bir kızla arkadaşlık kuruyor, ama bu sadece arkadaşlık çünkü Vatanebe Naoko'ya dam akıllı aşık. Bı arada Midori Japonca'da yeşil demekmiş, ve Midori öyle üzülüyor ki ismi yüzünden. Bana yeşil hiç yakışmaz, oysa ablamın adı pembe ve ona pembe çok yakışıyor diyor. Midori hayatta çok zorluklar geçirmiş esasında ama içinde bütün bunlara rağmen neşeli bir yönü kalmış, dobra dobra bir kız. Bir de size nasıl olduğunu söylemeyeceğim ama Naoko sayesinde kitaba giren Reiko isimli bir piyano öğretmeninin de acıklı hikayesine tanıklık edeceksiniz. Şimdiden dikkatli olamnızı önereyim, kitapta yoğun bir cinsellik olgusu var, bu tür şeylerden rahatsız oluyorsanız hiç okumayın bile.
Vatanebe karakterinde beni en çok etkileyen hareketlerinden birisi de şu oldu. Devrimci öğrenciler dersleri durduruyorlar, bir bildiri okuyorlar. Birkaç gün sonra ise hiç birşey olmamış gibi derslerine deva ediyorlar. Hayatta doğru dürüst bir politik görüşü olmayan Vatanebe ise bunun yanlış bir tutum olduğunu düşünüyor. Derslerinden nefret etmesine rağmen kendi deyimiyle yapacak daha iyi bir işi olmadığı için derslerine sıkı sıkı devam ediyor, ama o günden sonra hiçbir derste yoklama vermiyor. Bence bütün politik duruşlardan daha sağlam bir duruş bu.
Japonya zaten intihar oranı en yüksek olan ülkelerden biriymiş. Kitapta sizi bu konuda şaşırtmayacaktır. Zaten bence herşeyin başlangıcında da bir intihar var. 68 Japonya'sından Vatanebe'nin anlattıkları kadarıyla öğrendiğim şey de zaten yoğun bir depresyonun olması. Ki bence bu hiç şaşırtıcı değil. Bir yandan atom bombasının üzerinden sadece sadece yirmi sene geçmiş, ki bu sıradan bir bomba, sıradan bir savaş değil. Görülebilen en vahşi bombalama yöntemlerinden birisi. Diğer yandan da Japonya'nın kültürü, gelenek ve görenekleri. Evet 68 Japonya'sı da Yankee go home demiş, ama sanırım bu Avrupa'daki gibi umut dolu bir başkaldırı değil, daha çok depresyonların altında ezilen insanların mutsuz başkaldırısıymış.
Ana karakterler haricinde birkaç yan karakter de var, özellikle ismini hatırlayamadığım ama Vatanebe'yi alemlere götüren zengin çocuk ve sevgili, Vatanebe'nin de onalrla ilişkileri çok dikkat çekiciydi. Sevgilisi içimi acıttı diyebilirim. Bir kaybeden profiliydi, ve pek çok kadın da esasında aşık olup bu kaybeden profiline dönüşebiliyor.
Aynen arka kapakta yazdığı gibi, özellikle Salinger'ın anlatım diline çok yakın bir anlatım diliyle karşı karşıya kalacaksınzı kitap boyunca. Karakteriler ise bildiğimiz kimonolu Japonlar değiller. İçki içen, sevişen, mutluluklarını arayan, Beatles dinleyen Japonlar var. Zaten Murakami için pek gerçek Japon portreleri çizmiyor deniliyor ama bana böylesi daha iyi geldi sanki. Kitabın adı esasında Norwegian Wood. Bu da bir Beatles şarkısı. Bu şarkı için Beatles en iyi eserlerinden değil diyorlar. Zaten bir rivayete göre de sarhoşken yazılıp söylenmiş, her seferinde de farklı bir şekilde söylenmiş bir parçaymış. Dinledim, beğendim mi beğenmedim mi ben bilemedim. Aynı isimli bir sinema uyarlaması da mevcut ama ben beğenmedim. Yani başlarını izledim, kesik kesik ilerleyen bir film. Beğenmedim, bitirmedim o yüzden de.
İmkansızın şarkısı'nı ben elimden bırakamadım, inanılmaz güzel bir romandı. Şu anda Zemberekkuşu'nu okuyorum, o aynı oranda sarmadı belki araya Cebelavi Sokağı'nın Çocukları'nı sıkıştırdım diye bilemiyorum. Ama bence kesinlikle alıp okunmaya, üzerinde düşünmeye değer bir kitaptı.
Yorumlar
Yorum Gönder