Ana içeriğe atla

İki Kitap İki Film

Merhaba,

Size bugün iki kitap ve iki filmden bahsetmek istiyorum. İsterseniz önce filmlerden başlayayım.


Nadide Hayat: Çağan Irmak'ın filmlerini izlemeye çalışıyorum genelde. Arada kaçırdıklarım da oldu (Karanlıktakiler, Tamam mıyız?), çok tatmin olmadıklarım da oldu (Issız Adam, Prensesin Uykusu) ama genel olarak çizgisini sevdiğim bir yönetmen kendisi. Tabii Nadide Hayat gösterime gireli çok oldu ama ben ancak geçtiğimiz hafta gidebilmdim ne yazık ki. Nadide Hanım'ın eşi Noter Bey vefat ediyor ve Nadide Hanım bir anda evinde yapayalnız ve de hada da fenası bomboş kalıveriyor. İki çocuğu da büyümüş, hatta torunu bile neredeyse büyümüş. Tabii Nadide Hanım kendisini o kurstan bu kursa vuruyor ama işte kadın bir taraftan da deli. Öyle TSM koroları falan pek ona göre de değil. Şans eseri üniversite affını öğreniyor ve evlendiği için yarım bıraktığı Su Ürünleri Bölümü'ne hızlı bir dönüş yapıyor. Bir teknik gezi ile beraber olaylar gelişiyor. İşin içine bir de Yetkin Dikinciler'in oynadığı yakışıklı kaptan girince neler olduğunu tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Güzel manzaralar, gerçekten komik diyaloglar ve iki mükemmel oyuncu ile bence Nadide Hayat gerçekten de güzel bir filmdi. Demet Akbağ ne kadar muhteşem bir kadın bu arada. Geçenlerde Eyvah Eyvah 3ü izledim, oradaki Demet Akbağ ile buradaki ne kadar da farklı. Filmle ilgili tek eleştirim, animasyon teknolojisinin bu kadar geliştiği bir dönemde animasyon olan sahnelerin daha güzel yapılabileceği yönünde. Belirtmeden geçemeyeceğim. Şimdi DVDsi çıksın diye bekliyorum. Evde de izlenir ki bu:)

The Intern: Esasında şimdi düşünüyorum da birbirine çok yakın olabilecek iki film seçmişim ben. Ben yıllarca başarılı bir iş hayatı olmuş bir adam. Sonra emekli oluyor, karısı vefat ediyor. Ve Ben büyük bir boşluğua düşüyor. Bir gün bir şirketin sosyal sorumluluk projesi olarak uygulamaya soktuğu 65 yaş üstü stajyerlerle ilgili programa katılıyor. Şirket Ben'in bildiği işlerdene çok farklı, online bir moda sitesi. İşlerin yapılış şekli farklı, hatta şirket CEO'su bile çok farklı. CEO ise benim çok çok beğendiğim Anne Hathaway. Tabii Devil Wears Prada'daki rolündne sonra bir moda sitesi CEO'su olması da komik olmuş:) Jules ise organize olmayı asla beceermeyen, her yere geç kalan ama işini tırnakları ile kazıyarak büyütmüş bir kadın. Yatırımcılar artık şirketin başında profesyonel bir CEO görmek istiyorlar. Jules'un ayrıca evde de ondan ilgi bekleyen bir kocası ve küçük bir kızı var. Yani burda da işler karmakarışık. Film boyunca Ben'in iş hayatına tekrar dönmesi, Jules'u korumaya çalışması ve şirketteki değişim çok keyifli bir şekilde anlatılıyor. Güzel bir hafta sonu filmi bence.

Şimdi gelelim kitaplara.


Bülbülü Öldürmek - Harper LEE: Bülbülü Öldürmek çok uzun bir süre benim okuma listemde durdu. Hatta ingilizce okumak için başladım da ama nedense zorlandım, sıkıldım ve bıraktım. Uğur'un da ya onu lisede okumuş olman lazım nasıl okumadım bir olay yok o kitapta demesi yüzünden okumayı erteledim de erteledim. Esasında şimdi diyorum ki iyi ki ertelemişim. Gerçekten de bazı kitaplar zamanını bekliyor. 

Alabama civarında Maycomb isimli bir kasabada 1930lar civarında geçiyor kitap. Baş kahramanlarımız Scout, Jem, Dill, Atticus ve Calpurnia ve tabii bütün kasabalılar. O dönemde kölelik kalksa da zenciler hala ikinci sınıf insan olarak görülüyor. Beyazlara hizmet etmek için varlar, esasında belki de kimse onları yok saymıyor ama beyazlarla aynı okula gidemiyorlar, aynı yerlerde bile oturamıyorlar. Ve en fenası da beyazlar esasında sahip oldukları azıcık hakları bile onlara büyük bir lütufmuş gibi sunuyor. Yani bir taraftan ırkçılık diz boyu diyebiliriz.İşte bu ortamda Scout, Jem ve Dill büyümeye çalışıyorlar. Olaylar ufak Scout'un gözünden anlatılıyor. Scout 5 yaşında bir kız çocuğu, Jem ise ondan bir kaç yaş büyük ağabeyi. Dill bir serseri olan arkadaşları. Atticus baba, Calpurnia ise zenci hizmetçileri (esasında anneleri olmadığı için de bu evin temel direği denilebilir) Scout'un o yaşta bile içinde bir asi var, sürekli kavga ediyor, kız olmaktan hoşlanmıyor. Zaten halası olmadığı sürece dek kimse onu buna zorlamıyor. Atticus avukat, ve bir adalet timsali. Çocukları için sapasağlam bir dayanak. Kitap boyunca olayları hep Scout'un gözünden okuyoruz. Çok güzel bir anlatımı var. Kitabın odak noktasına konulan bir davada ise beyazlar ve zencilerin birbirlerine bakışlarını, hatta beyazların da birbirlerine bakışını görüyoruz. Gerçekten çok keyifle okuduğum bir kitap oldu. Hatta bir gün oturdum ve bu kitap bitmeden dışarıya çıkmayacağım dedim. Şimdi ise biraz hızlı mı okudum acaba diye düşünüyorum. Kendimi de gittikçe dışarıya çıkmayı reddeden Radley ailesi ile özdeşleştirmeye başladığımı fark ettim. Dünya o kadar pis ki kapılarını kapatıvermişler geri kalan insanlara sanki.


Tespih Ağacının Gölgesinde - Harper LEE: 55 yıl sonra gelen devam kitabı. Scout artık New York'ta yaşayan 26 yşaında genç bir kadın. 10 günlük bir izin için Maycomb'a dönüyor ve bu 10 günde her şeyin alt üst olduğunu görüyor. Artık iyice yaşlı bir adam olan babasının zencilere bakış açısının hiç de onun düşündüğü gibi olmadığını görüyor, Calpurnia'nın ve bütün zencilerin beyazlarla aralarına aşılmaz bir duvar ördüğünü görüyor. Çocukluk arkadaşı Henry'nin de esasında pek düşündüğü gibi birisi olmadığını görüyor.  Bize de çoğu devam kitabının ve filminin neden kötü olduğunu düşünmek düşüyor. 

Her şeyden önce Bülbülü Öldürmek'teki birinci ağızdan anlatım yerini  üçüncü kişiye bırakmış ve açıkçası ben bundan hoşlanmadım. Keşke olayları Scout'un gözünden görmeye devam etseydik diye düşünüyorum. Ayrıca Henry'nin nerden çıktığını hiç anlamadım açıkçası. Dill mesela olabilirdi ama yok, onun yerine hiç tanımadığımız bir Henry var. Çevirinin de kötü olduğunu tahmin ediyorum ama orjinalinden teyit etmek lazım. Jön Türkler ve Gelibolu Muharebesi deniliyor bir yerlerde mesela orjinalinde var mı acaba? Eğer Amerikan tarihi ile ilgili başka bir olaya atıfta bulunuluyorsa da bu bir çeviren notu olarak aşağıda açıklanabilir. Ama dediğim gibi orjinalinden kontrol etmek lazım. Bu kitapta anlatım da biraz dağınık geldi bana. Mesela arabada bir yerlere giderlerken Scout'un aklına hatıralar düşüyor, sonra tekrar olaya dönülüyor, ben bazı yerlerde takip etmekten yoruldum açıkçası. Kitabın en muhteşem yeri son sayfalarda Scout ile Atticus arasında geçen uzun diyalogdu, tekrar okunası açıkçası. 

Bülbülü Öldürmek'i ookuyunca Tespih Ağacının Gölgesinde'yi de mecburen okuyacaksınız ama Bülbülü Öldürmek bir başyapıt. 

Evet sizler neler izlediniz? Neler okudunuz? Var mı önerileriniz?

İyi hafta sonları dilerim.

Yorumlar

  1. Kitaplar ve yazarlar;
    Emir Kusturica, "Sırf Bela". En son okuduğum kitap bu :) Güzel, akıcı, eğlenceli ve gerçek. Balkan müziği gibi...
    "Sırf Bela"'dan önce okuduğum kitap ise sizin önerinizle, "Medari Maişet Motoru".
    Tanımak istediğim yazar, Ali Teoman. Henüz Ali Teoman kitabı hiç okumadım ama bir an önce okumak istiyorum.
    "Çavdar Tarlasında Çocuklar"'ı okumadıysanız, Salinger'ın ilk önereceğim kitabıdır.

    Filmler;
    Room, yüzünüzde hüzünle karışık bir tebessüm yaratacak türden bir film.
    when marnie was there, sevdiğim animelerden biri.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    2. İlksen merhaba;

      Ben bu blogdaki yorumları nedense hep çok geç farkedebiliyorum. bir türlü beceremedim bildirim göndermeyi kendime:)

      Teşekkür ederim önerilerin için. Çavdar Tarlasında Çocukları iki kere okudum. Çok sevmiştim. Ama gariptir üzerinden zaman geçince hatırlamakta zorluk çektiğimi fark ediyorum.

      Room güzel filmdi gerçekten. When Marnie was there güzeldi gerçekten de. Çok keyifliydi:)

      Teşekkürler ve sevgiler.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

MSA'da Pişirdim Evime de Getirdim

Merhaba; Toplanın şöyle etrafıma size çok güzel bir deneyim anlatmak istiyorum. Geçen hafta Seyahatperest Özge 'nin davetine uydum. Mutfak Sanatları Akademisi 'nde İtalyan Yemekleri Workshop'ına gideceğim benimle gelmek isteyen var mı dedi? Yemeklere baktım. Menüde el yapımı deniz mahsüllü fettucine, kuşkonmaz çorbası ve Marble cheesecake, amaretto ve bitter çikolatalı vardı. Kuşkonmaz çorbası ile ilgili bir fikrim yoktu, cheesecake ile zaten aram yok ama deniz mahsüllü fettucine beni can evimden vurdu. Zaten önceki hafta internette birkaç tarif okumuştum ama açıkçası hangisini pişireceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bir de bu deniz mahsülleri ucuz değil sonuçta. Benim de yemekle çok iyi bir ilişkim olmasına rağmen çok vardır beceremeyip çöpe atmak zorunda olduğum yemekler. O yüzden de bu deniz mahsüllerine hep mesefali yaklaştım. Neyse. Menüyü görünce buna ben gitmeliyim dedim. Sağ olsun Özge'nin kedileri de öyle düşünmüş. Pazartesi workshopa katılmak için benim gid

Beyazlı Kadın

Bir süredir okuduğum kitapları hiç yazmadığımı fark ettim. Hazır Beyazlı Kadın'ı yeni bitirmişken, kütüphanenin rafları arasında kaybolmamışken hemen yazayım bari dedim. Bu kitabı kitap klübümüzde okumuştuk, sanırım 3 kişi aldık sadece. Benden önce Bellanomisma okudu, diğer arkadaşımız okudu mu bilemiyorum. Ben esasında hayli kararlıydım, yazın sahilde okuyacaktım ama son anda aldığım kitaba Uğur el koyunca, (Zeno'nun Bilinci) elimde iki kitapla kalakaldım. Beyazlı Kadın ya da Karamazov Kardeşler.  Hadi dedim madem Bella çook beğendi, alayım raflardan da okuyayım. Wilkie Collins'in bu kitabı ilk gotik ve polisiye roman olarak geçiyormuş. Kitap yayınlandığında İngiletere'de öylesine büyük bir sükse yapmış ki Charles Dickens bile kıskançlık krizlerine girmiş Edward Drood'un Gizemi'ni yazmaya başlamış ama bitirmeye ömrü vefa etmemiş. Gerçekten de bir gizem olmuş sonu. Beyazlı Kadın İngiltere'de Limmerge Malikanesi'nde yaşayan iki genç kadına r

İçinden Deniz Geçen Şarkılar

Bülent Ortaçgil'e büyük bir aşk besleyen bir insan değilim. Ama yeni albümünün çok başarılı olduğunu okuyunca birkaç yerden ben de aldım. CD'yi alalı neredeyse iki ay oldu. Birkaç dinleme denemem başarısızlıkla sonuçlandı. Yeterlik sonra belki sakin sakin iyi gelir dedim ama kafam o kadar doluymuş ki hiç anlamamışım. Sonra da kaldırıp bir kenara koydum. Geçenlerde iphonedaki müzikleri değiştirirken bunu da eklemek istedim. Nasıl yaptıysam iki kere Bulutsuzluk Özlemi eklemişim ama Bülent Ortaçgil'i eklemeyi becerememişim. En sonunda tekrar update ettim önceki gece şarkıları. Dün de flüt dersine giderken dinledim bütün albümü. Derse saat 5 gibi gittim. Yürüyerek gideyim bari dedim. Hava ılıktı. Akşam üstünün romantizmi vardı, kulaklarımda da muhteşem melodiler. Bütün parçalarda bir deniz özlemi, balıkçılar, adalar, su altı, balıklar....Yani her parçanın içinden deniz geçiyor. Tadımlık olarak dinleyin ve hemen bu CD'yi edinin bence. Biterken karanfilli çay içiyorum. Mis g