Günaydın;
Dün güzel bir güne
uyanmıştık değil mi? Önceki gece haberleri de izlemediysek eğer (ki cuma gecesiydi, pek çok insan eğleniyordu)
olanları bilmiyorduk tabii. Sevgililer günüydü. Sevgilisi olanların içinde
tatlı bir heyecan vardı, keyifli bir gün geçireceklerdi. Sevgilisi olmayanlar
da keyifli bir gün geçirecekti, en azından ne de olsa Cumartesi idi. Sonra o
haberleri gördük. Gencecik bir kız vahşice öldürülmüş. Tecavüze uğramış,
bıçaklanmış, yakılmış. Hangi birisinden başlayayım? Akşam vakti evine dönmek
istemiş sadece ve bir minibüse binmiş. Hepimiz yapmıyor muyuz bunu? Yapmıyor
musunuz? Evet kabul edeyim, ben de yapmamaya çalışıyorum. Sadece minibüsçülerin
korkunç araba kullanmaları değil sorun, çocukluğumuzdan beri genlerimize
işlenmiş bu durum, Türkiye’de yetişen kadınlar olarak minibüsten korkuyoruz.
Minibüsün içinde yalnız kalırsak daha gideceğimiz yere varmadan iniyoruz
örneğin. Sorun sadece minibüs değil tabi ki. Bir sokakta yalnız başımıza
yürüyorsak hep gardımızı alıyoruz. Örneğin ılık bir yaz gecesinin keyfini
çıkararak salına salına yürümüyoruz, kafamız önümüzde hızlı adımlarla koşuyoruz
resmen. Birisi laf atarsa diye korkuyoruz. Laf atan olursa kafa tutamıyoruz,
sen ne diyorsun diyemiyoruz. O zaman da "ya bu da aranmış" diyecekler diye
korkuyoruz. Örneğin göğsü biraz açık bir tişört giydiğimizde göğüslerimizin
toplumun gözleri önüne sergilenmesini engelleyemiyoruz. Kadınlı erkekli bir
grup insan gözlerini dikip göğüslerinize bakıyorlar da ağzımızı açıp bir şey
diyemiyoruz. Kısa etekler, şortlar, hatta kırmızı gibi canlı renkler bile
giyilmemesi gereken kıyafetler arasına giriyor. Türkiye’de yaşayan pek çok
kadının gardrobunu sınıflandırlmış kıyafetler oluşturuluyor. Bugün toplu
taşımaya bineceğim, o tişört olmaz, bu etek uygunsuz gibi. Çocukluğumuzdan beri
babalarımız bizim yerimize bazı kararları veriyor, annelerimiz son sözü
babalara bırakıyor. Ev içinde babalarımız mutlak iktidar rolü oynuyor.
Toplumdaki baskının mikro ölçeklisini evde de görüyoruz. Nasıl görmeyelim?
Babalarımız da bu toplumun yetiştirdiği nadide birer evlat değil mi? O saate
kadar dışarda kalamazsın, o çocukla görüşemezsin,o etekle sokağa çıkamazsın,
şehir dışında okumaya gidemezsin gibi bir sürü argümanla hayatımızı
kısıtlıyorlar. Bazen bir kısmı bizim için duydukları endişeden olsa da,
çoğunluğu ataerkil toplumun onlara bahşettiği “erk”i kullanmalarından ileri
geliyor. Benim kızım o etekle dışarı çıkamaz, ben kızıma orospu dedirtem.
Sorunları çoğu zaman bir kadına orospu denilmesi değil, benim kızıma denilemez.
Yani onun çatısı altında yaşayan, onun namusunu temsil eden bir kadına orospu
denilemez. Yıllar geçiyor örneğin, pek çoğumuz hala baba evinden kendi evimize
taşınmıyoruz da kocamızla yaşayacağımız eve taşınıyoruz. Şanslıysak evleneceğimiz
adamı kendimiz seçiyoruz. Ama bu adamı evlenmeye karar verene kadar babamızın
önüne getiremiyoruz. Belki annemizle bir takım gizli kapaklı işler yapıyoruz da
babadan saklıyoruz. Oysa kızının beraber olduğu adamı bir kere tanısa baba ve
anne, belki muhtemel pek çok sıkıntı bertaraf edilecek. İşte belki o zaman
kızını gerçekten korumak isteyen ebeveyn olacaklar. Ama böyle olmuyor.
Ancak evleneceğimiz zaman bir adamı ailemizle tanıştırıyoruz. Belki flört
ettiğimiz dönemde bu adam bize bir sürü psikolojik şiddet uyguluyor, farkında
değiliz. Evlenince, aynı eve yerleşince işler daha da karmaşıklaşıyor,
psikolojik şiddetin yerini fiziksel şiddetin aldığı da oluyor. Pek çoğumuz
boşanmaya cesaret edemiyoruz. Araştırmalar bırakın okumamış, her hangi bir
mesleği olmayan kadınları, üniversite mezunu, işlerinde ilerlemiş kadınların
bile fiziksel şiddet gördükleri zaman bundan utandıkları için üstünü
kapattıklarını ve kendi kendilerine kocalarını haklı çıkaracak mazeretler bulduğunu gösteriyor. Boşanmak istediğimizide
neler oluyor? Şanslıysak kolaylıkla boşanıyoruz. Pek çoğumuz en azından
psikolojik şiddete maruz kalıyoruz. Bir kısmımız ise öldürülüyoruz. Bugün Melis
Alphan’ın Hürriyet’teki yazısında bu kadınların çok küçük bir kısmından
bahsedilmiş.
Toplumun hangi kesiminde
yaşadığımızla ilişkili olarak yaşadığımız şiddet de şekil değiştiriyor galiba.
Örneğin ben kendim ve benim çevremdeki kadınlara baktığım zaman (aramızda
uğradığı fiziksel şiddeti saklayanlar var mı acaba?) daha çok psikolojik bir
şiddete maruz kaldığımı düşünüyorum. Ebeveynler konusunda şanslıydım ama bu
benim geceleri arkama bakmadan yürümemi sağlamadı. Hala gece geç saatte eve
dönüyorsam tedirgin olurum, mümkün olduğunca minibüse, dolmuşa, taksiye binmem. Tabii geç saatte yürümek de tehlikeli.
O yüzden geç saatlere kadar sokaklarda kaldıysam hep diken üstünde geçer o
geceler. Üstelik yanımda Uğur varken de bu rahatsızlık geçmiyor. Çünkü sonuçta
Uğur ve ben tek başımıza üç kişiye karşı ne yapabiliriz?
Örneğin ben kişisel
olarak mühendis olduğum için toplumda psikolojik şiddete uğradığımı düşünüyorum.
Hala elimin hamuruyla erkek işine karıştığımı söyleyenler var, kadın dediğin ne
anlarmış mühendislikten? Oysa ben egomu tatmin etmek için söylemiyorum bunu,
sadece mühendis değilim, doktorum. Yani sizin erkek mühendislerinizi
yetiştirecek, onların mesleği daha iyi öğrenmesini sağlayacak, onların fikir
geliştimesini sağlayacak bilgi birikimi var bende. Ama siz hala karşıma geçip
utanmadan kadından mühendis mi olur diyorsunuz. Pardon ama siz kimsiniz?
İntegral eğrisinin altındaki alanı bile hesaplayamayan erkekler ve kadınlar
olarak kendinizi ne sanıyorsunuz?
Örneğin ben eskiden
çalıştığım bölümden sırf kadın olduğum için işten çıkartıldım. Esasında belki
de mahkemelik bile olabilecek bir süreçle uğraşmadım bile. Bölümümüzde 2008’den
beri sabit kadroya başvuran ve akademik yeterlilikleri olan 5 kadından kaçı sabit kadroya geçirildi
biliyor musunuz? Hiçbirisi. Peki aynı kadroya başvuran 3 erkekten kaçı geçirildi?
2’si. Aa evet birini reddetmişler çok büyük bir olay. Peki siz kendi işyerinizde
sırf kadın olduğunuz için uğradığınız psikolojik şiddeti tanımlayabiliyor
musunuz? Atölyelerde, fabrikalarda regl döneminde bile tuvalete gittiği için
usta başları ile sürtüşen kadınlardan bahsetmiyorum ben. Benim çevremdeki,
beyaz yakalı kadınlardan bahsediyorum. Evet yüzünüz değişiyor değil mi? Hepimiz
aşinayız bu tür uygulamalara çünkü.
Örneğin ben kadın olarak
kadına yapılan ne zaman evleniyorsun, ne zaman çocuk yapacaksın, aa saçının
boyası gelmiş şekerim konulu konuşmaların hepsinin psikolojik şiddete girdiğini
düşünüyorum. Hani diyorduk ya, benim bedenim benim kararım diye. Ne zaman
evleniyorum? Canım istediğinde. Ne zaman çocuk yapıyorum? Canım istediğinde. Ne
zaman saçımı boyatıyorum? Canım istediğinde. Burda yazdıklarım belki de çok
minör şeyler gibi geliyor insana kadına şiddet denildiği zaman, ama hepsi bir
bütün olarak şiddet kavramını oluşturuyor.
Türkiye’de kadın
cinayetlerinin sayısı 2002 yılından 2014 yılına kadar aşağı yukarı %300 artmış. 2002 yılında öldürülen kadın
sayısı 66 iken, 2014’te 257. Güldünya
Tören’i hatırlar mısınız mesela? Töreden kaçıp İstanbul’a gelmişti. Ağabeyleri
sokak ortasında kurşunlamışlardı, ölmemişti. 12 saat sonra hastanede kardeşleri
tarafında öldürülmüştü. Yani biz sokak ortasında kurşuna dizilen bir kadının
hastane odasının kapısına bir güvenlik görevlisi bile koymamıştık. Güldünya’nın
suçu neydi? Tecavüze uğrayıp hamile kalmak.
Münevver Karabulut
cinayeti neden işlendi? Bunun bile cevabını bilmiyoruz. Kızlarına sahip olsalardı o zaman diyen
insanlar kirli ağızlarıyla Münevver’in hatırasını kirlettiler. Oysa ki
sorgulanması gereken şey gencecik bir kızı öldürüp testere ile kesip çöp
kutusuna atabilmek olmalıydı. Bunu yapan adam veya adamların gün ışığı görmeden
hapse atılabilmesiydi. Adalete güvenebilmekti. Oysa ki Türkiye’de adalet artık
ne yazık ki çok eski bir kadın ismi. Yeni nesil çocuklarına bu ismi koymuyor
bile, belki de adalete olan inançsızlığımızdan.
12 senede kadın
cinayetleri ve kadına yönelik şiddet azalacağına sürekli arttı. Ne yazık ki
düzgün bir önlem alınmadı, devlet politikalarımızda şiddeti önlemeye yönelik
olmadı da, şiddeti körüklemeye yönelik oldu. Kızlı erkekli diye başlayan
tartışmalar, tecavüze uğrayan doğursun gerekirse devlet bakar diyebilen
insanlar ve hatta tecavüz bebeği neden ölsün, gerekirse annesi ölsün diyenler
var bu ülkede hem de yönetici pozisyonlarında. Şort giyip Kadıköy- Beşiktaş
vapuruna bindiğimiz için bize bakarken bile utandığını söyleyenler var. Nasıl
çocuk doğuracağımıza karışanlar, kaç çocuk yapacağımıza karar verenler var.
Kürtaj yasaklanmasa da fiili bir şekilde uygulanmıyor örneğin. Geçenlerde bir
gazeteci 30 tane devlet hastanesini aramış ve sadece 3 tanesi kürtaj yapmayı
kabul etmişti. Kürtaj tartışmaşmalarını sığ bir eksende yürüten insanların
karar verme mekanizmalarında bulunduğu bir ülkeden bahsediyoruz biz. Akıl
sağlığımızı korumak çok zor. Çocuk
evliliklerinin önüne geçemeyen ama evlenme yaşını aşağıya çekmeye çalışan
insanlar var. Çocuklarımızı korumamız için çocuklarımıza çığlık atmasını
öğretmemiz gerektiğini düşünenler var. Sanki o çocuk çığlık atınca onu birisi
koruyacakmış gibi. Öz kızına tecavüz ediyor adam, doktorlar bunu belgeliyor ama
kimse inanmıyor. Bir baba kızına tecavüz edemez diyorlar. Yeri geldiğinde
damacanayla bile mastürbasyon yapan adamların öz kızlarına tecavüz
edemeyeceğini düşünüyorlar. Sonra o kızları bu adamların vesayetinde tutmaya
devam ediyorlar. O kızlar bu travmaları hayatlarının sonuna kadar yaşayacaklar,
asla unutmayacaklar.
Laik eğitimle derdi
olanlar bugün Özgecan’ın katıillerini yetiştirenlerdir. Bakmayın siz twitterda
yazan şarkısı ve manken müsvettesi adamlara ve kadınlara. Önemsemeyin bile
onları. Küçücük çocukların kafalarına her şeyi günah, her şeyi yasak diye
kodlarsanız geleceğimiz nokta burası olacaktır çok net. Kadının insan yerine
konmadığı bir ülkeden bahsediyoruz. Bir kadın sizin canınız istediğinde sizinle
sevişmek zorundadır, zaten o saatte minibüse binmiş, zaten kısa etek giymiş,
orospudur diye yetiştirilen insanlardan kendimizi ve çocuklarımızı nasıl
koruyacağız? Kadın onlar için bir meta. Gerekirse öldürüverirler geçer gider.
Koskoca Avrupa’yı otostopla geçip gelen Picca neden Türkiye’de tecavüze uğrayıp
öldürüldü? Kimse kusura bakmasın, ağzından salyalar akan, kadının yerini ve
kendi yerini öğrenememiş adamlar yüzünden. Varsanız baksanız dinden imandan
bahsedenler, 5 vakit namaz kılıp 30 gün oruç tutanlar bir kadına tecavüz edip
kadını öldürmekte hiç bir sıkıntı görmüyorlar. Hamile kadınlardan bile tahrik
olana, onu da geçtim kendi anasının dizinden tahrik olanlara göre eğitimi
değiştirirseniz ne olmasını bekliyorsunuz? Kendi anasının dizinden bile tahrik
olabilen adamı akıl hastanesine kapatacağımıza adamı bir vakfın yöneticisi
yapıyoruz. Artık o vakıf ne hayır işliyorsa?
Siz kadınları istediğiniz
kadar kapatmaya çalışın, en çok tecavüze uğrama oranı en kapalı ülkelerde
gerçekleşiyor. Aşağıdaki harita [1] 2011 yılına ait, 2014’e kadar daha parlak bir
dünya yaratılmamıştır ne de olsa. İyi bakın bu haritaya. Bu haritada en çok
tecavüze uğrayan kadınlar en kapalı ülkelerin kadınları. Çünkü orda kendi
analarının dizinden bile tahrik olup bunları dinine uydurmayı becerebilen insanlar
var. Bırakın kadının göğsünü falan, topuğundan tahrik olanlar. Bir tanıdığım
anlatmıştı. Mekke’de tavaf sırasında kadınların bacaklarına bakan erkekler
varmış. Adam Allah’ın huzuruna çıkmış, nefsinden vazgeçememiş, şimdi bu adamı
ne yapalım? Bütün hayatımızı bu adama göre mi yaşayalım? Zira zaten tavaf
sırasında kapalı giyinmek zorundasın. Bilmiyorum en son ne olmuştu Mekke’de
kadın erkek ayrı tavaf yapsın deniyordu. Oysa sen değil misin mahşer gününü deneyimlemek
isteyen? Orda da diyecek misin Allah’ım benim gözüm kayıyor, kadınlar sırat
körüsünden ayrı geçsin diye?
Özgecan nasıl öldü?
Özgecan’ı bu ülke öldürdü. 20 yaşında, üniversite öğrencisiydi. Sizin için
olayı netleştireyim. 1995 doğumluydu. Yarına ait umutları vardı. Belki bir
sevdiği vardı. Annesi babası vardı, psikolog olup insanlara yardım etmeyi hedefliyordu.
Ne bileyim belki Arjantin’e gitmek istiyordu. Ama toplum içinde var olmaması
gereken 3 sapık bütün umutlarını söndürdü gencecik kızın. Ekşi sözlükte o
adamların başına hipshanede neler geleceği ile ilgili bir giri vardı, bu bile
içimi soğutmadı. Olan Özgecan’a oldu zira. Bu adamlara sanradan tecavüz
edilmiş, yok yerde yatırılmış bilmem ne açıkçası pek umrumda değil. Gencecik
bir kız hayattan en vahşi şekilde koparıldı, yarın başka birimizin başına başka
şeyler gelecek. Bu böyle nereye kadar sürecek? Ne zaman bitecek? Ne yazık ki
ben çok umutlu değilim.
Hani bana hep sorup
duruyorsunuz ya, ne zaman çocuk yapacaksın diye. Bu ülkede çocuk doğurmak gibi
bir niyetim yok galiba. Zira çocuğumu nasıl koruyacağım konusunda bir fikrim
yok.
[1] http://womanstats.org/newmapspage.html
Yorumlar
Yorum Gönder