Ana içeriğe atla

Birbirini Dinlemeyen İnsanlar Topluluğu

Bugün iki olay o kadar üst üste geldi ki bunu yazmam lazım dedim.



Sabah kalktım, kahvaltı hazırlayacağım. Ama hani bazı günler vardır ya, ayılamamış mı oluruz bilmiyorum canımız hiç kimseyle konuşmak istemez. Bu sabahta benim için öyleydi. Dedim ki umarım mutfakta kimseyle karşılaşmam, kimsenin geyiğini çekemeyeceğim. Huysuzum ötesi yok, günaydın diyesim yok öyle bir gün. Tabi ki mutfakta ev arkadaşımla karşılaştım. Şimdi burada bir parantez açıp ev arkadaşlarımı anlatayım.

1. Ev sahibim: 75 yaşında Taylandlı bir kadın. Tipik yaşlı. Çok huysuz. Evde yanlış olan herşeyin suçlusu da benim nedense. Aspiratörü bütün gece açık bırakmışsın dedi. Hayır açmadım ben dedim. Kapıyı kitlememişsin dedi. Kitledim ben onu dedim. En son geçen gün bodrumu su basmış, sen çamaşır mı yıkadın bodrumu su basmış dedi. Hayır dedim. Çok yağmur yağdı ondan demek ki dedi. Evet o gün o kadar çok yağmur yağmıştı ki herkes şaşkındı zaten. Çok huysuz bir kadın. Ama kendi sınırlarında yaşarsan hayli iyi. Pek muhattap olmamaya çalışıyorum. 

2. 1. Kiracı: Kızlı erkekli yaşadığımız evdeki en eski kiracı. Orta yaşlarında bir Taylandlı adam. Eskiden şefmiş. Emekli olmuş. İyi bir insan ama afedersiniz hayatımda böyle kafa .iken görmedim ben. Bizim evin çevresinde iki tane market var. Kabul ediyorum ucuz değilller. Bir de burda herşey GDOlu falan ya, ben mümkün olduğunca organik almaya çalışıyorum. İşte bu marketlerden biri organik. Orası da daha pahalı. Neyse zaten arabam yok, Walmart'a falan gitmekle uğraşamam. Birileri giderse takılıyorum peşine ama ürünler kalitesiz. Meyve sebzeyi evde toptan alıyorum tabi ki pazardan falan ama burda tek başıma yaşıyorum. O kadar toptan falan alacak halim yok. Aklıma geldikçe alıyorum işte. Neyse bizim bu amca emekli olduğu için bütün marketleri geziyor, herşeyin ucuzunu buluyor. Kendisi de şef olduğu için en tazesini falan da alıyor. Sözüm yok. Ama zamanı çok, işi yok. Bana kızıyor bu marketlerden alışveriş yapıyorum diye. Onunla alışverişe gitmeliymişim ki ucuz yerlerden güzel şeyler alabileyim. Bir kere gittim. Evet ucuz, evet taze fena değiller. Ama benim öyle bir sabrım yok. Hani burda yaşasan, doldurursun arabana haftada bir kere yaparsın alışverişini.  Bir de o gün çok komik bir şey oldu. Salça alacaktım. Burdan alma Walmart'a gidelim dedi. Olur dedim. Gittik. Gerçekten daha ucuza aldık. 1 dolar daha ucuzdu:) Yaktığımız benzin? Ne zaman mutfakta birşeyler hazırlasam bana hep onu kaça aldın, bunu kaça aldın diyor. Sonra da ben şu kadara aldım falan diyor. Aferin. Hep aynı muhabbet, ve bitmek bilmiyor. Eğer yakalandıysan her gün yarım saat en az. Ya "para biriktirmek için önce nasıl harcayacağını bilmelisin" dersi dinliyorum, ya da doğayı nasıl katlettiğimizi. Saçma sapan da çözümlerle geliyor. Hastayım. Mesela çok ucuza hazır yemekler satmak istiyormuş, böylece herkes iyi beslenecekmiş. Oldu çok güzel fikir. Ama bunu bütün dünyaya satabileceğini düşünüyor. Mesela Türkiye'yi düşünsenize. Her gece hazır yemek yiyen var mı?  Yemek pişiren ülkeler çok fazladır. Pişirmemize gerek kalmayacakmış, iddiası bu. E yap o zaman diyorum. Önce Tayland'a dönecekmiş. Allah aşkına Amerika'da yapamıyorsan nasıl Tayland'da yapacaksın? Bir de reverse gravity diye bir şeye takmış.  Suyu hiç pompasız yukarı çıkaracakmış, sonra da türbin döndürüp elektrik üretecekmiş. Nasıl yapacaksın diyorum. Yer çekimi ile diyor. Bizim bildiğimiz yer çekimi senin aleyhine işler ama, neyse:) Patentini almalısın bu kadar parlak bir fikrin diyorum. Mırın kırın. İlk geldiğimde de sistemin nasıl çalıştığını anlayacaksın, sistemi kendin için çalıştıracaksın diyordu. Meğer vergisiz kazançtan bahsediyormuş. Bravo kimsenin aklına vergi kaçırmak gelmemişti dünya üzerinde dedim. Neyse işte bunun gibi ipe sapa gelmez bir sürü konu hakkında o kadar çok konuşuyor ki adamla pek karşılaşmak istemiyorum.

3. 2. Kiracı. Koreli bir kız, pek karşılaşmıyoruz. 

Neyse bugün de gene mutfakta ne yazık ki ev arkadaşımla karşılaştım. Tavuk almış, bak bu 18 dolardı ben bunu 8 dolara aldım falan diyor. İyi afiyet olsun dedim. Bir yandan da konuşmak istemediğimi belli ediyorum falan. Yok susmuyor. Ben sana dedim önce nasıl harcayacağını bileceksin falan. En sonunda ağzımı açtım ve dedim ki ben bu ülkede yaşamıyorum. Cümlemi bitiremedim. Yok bu ülkede yaşamamın bir önemi yokmuş bilmem ne. Cümlemi bitirebilsem şöyle diyecektim. Ben bu ülkede yaşamıyorum. Kendi ülkemde ben de neyin nerde ne kadar olduğunu bilirim. Ona göre alışveriş yaparım. Ama şu anda böyle bir enerjim ve en önemlisi isteğim yok. Bitirtmedi sağolsun.

Sonra düşündüm. Burdaki kimse birbirini dinlemiyor. Bu adam kimseyi dinlemiyor. Hatta ev sahibimiz çok konuşuyor diye şikayetçi. Hocamı düşündüm. İlk tanıştığımız gün öğrencilerine dedim, karşısındakini hiç dinlemiyor diye. Lütfen bunu hocaya da söyle dediler güldüler falan. Gerçekten de hoca sizi hiç dinlemiyor. Eğer size dinlese iki dakika sürecek tartışma yarım saat sürüyor. Bu süreçte sadece "but" , "although" gibi bağlaç kelimeler söyleyebiliyorsunuz. Peki öğrenciler dinliyor mu? Hayır. Çok defa lütfen sözümü bitirmeme izin verin dedim. Sorun şu ki ingilizce benim anadilim değil. Zorluk çekmeden konuşabiliyorum tabi ki ama biraz daha kontrollü konuşmam gerekiyor. Azıcık daha ağır. İşte o kadar tahammülsüzler ki benim kelimeleri seçmek için azıcık ağır konuşmam bile onları delirtiyor. Hep diyorum, biraz bekleyin, izin verin cümlemi bitireyim, dinlerseniz onu da anlatacağım falan. 

Bu düşüncelerle akşamüstü markete gittim. Kimse birbirini dinlemiyor çünkü çok yalnızlar ve birisini bulunca herkes konuşmak istiyor diye düşünüyordum. O yüzden mesela çocuk gelişim uzmanları hep çocuklarınızı dinleyin diyorlar bunlara bence. Birbirlerini dinlemiyorlar kaldı ki derdini anlatmaktan aciz çcoukları mı dinleyecekler? Hani bunları onlar kötü biz çok iyiyiz diye yazmıyorum. Türkiye'de durum belki biraz daha iyi bu konuda sadece.

Markette ödeme yapmak için kasaya geçtim. Görevli çocuk merhaba nasılsınız dedi. İyiyim siz nasılsınız dedim. Çok iyiyim sorduğunuz için teşekkürler dedi. Sizden önceki müşteriye de nasılsınız dedim bana sadece "yes" dedi, dedi.Çünkü bu ülkede insanlar birbirini hiç dinlemiyor dedim. Evet dinleyen birisine rast gelince şaşırdım dedi.

Gerçekten de burda kimse birbirini dinlemiyor. Az susun, kendimi dinleyeceğim. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MSA'da Pişirdim Evime de Getirdim

Merhaba; Toplanın şöyle etrafıma size çok güzel bir deneyim anlatmak istiyorum. Geçen hafta Seyahatperest Özge 'nin davetine uydum. Mutfak Sanatları Akademisi 'nde İtalyan Yemekleri Workshop'ına gideceğim benimle gelmek isteyen var mı dedi? Yemeklere baktım. Menüde el yapımı deniz mahsüllü fettucine, kuşkonmaz çorbası ve Marble cheesecake, amaretto ve bitter çikolatalı vardı. Kuşkonmaz çorbası ile ilgili bir fikrim yoktu, cheesecake ile zaten aram yok ama deniz mahsüllü fettucine beni can evimden vurdu. Zaten önceki hafta internette birkaç tarif okumuştum ama açıkçası hangisini pişireceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bir de bu deniz mahsülleri ucuz değil sonuçta. Benim de yemekle çok iyi bir ilişkim olmasına rağmen çok vardır beceremeyip çöpe atmak zorunda olduğum yemekler. O yüzden de bu deniz mahsüllerine hep mesefali yaklaştım. Neyse. Menüyü görünce buna ben gitmeliyim dedim. Sağ olsun Özge'nin kedileri de öyle düşünmüş. Pazartesi workshopa katılmak için benim gid

Beyazlı Kadın

Bir süredir okuduğum kitapları hiç yazmadığımı fark ettim. Hazır Beyazlı Kadın'ı yeni bitirmişken, kütüphanenin rafları arasında kaybolmamışken hemen yazayım bari dedim. Bu kitabı kitap klübümüzde okumuştuk, sanırım 3 kişi aldık sadece. Benden önce Bellanomisma okudu, diğer arkadaşımız okudu mu bilemiyorum. Ben esasında hayli kararlıydım, yazın sahilde okuyacaktım ama son anda aldığım kitaba Uğur el koyunca, (Zeno'nun Bilinci) elimde iki kitapla kalakaldım. Beyazlı Kadın ya da Karamazov Kardeşler.  Hadi dedim madem Bella çook beğendi, alayım raflardan da okuyayım. Wilkie Collins'in bu kitabı ilk gotik ve polisiye roman olarak geçiyormuş. Kitap yayınlandığında İngiletere'de öylesine büyük bir sükse yapmış ki Charles Dickens bile kıskançlık krizlerine girmiş Edward Drood'un Gizemi'ni yazmaya başlamış ama bitirmeye ömrü vefa etmemiş. Gerçekten de bir gizem olmuş sonu. Beyazlı Kadın İngiltere'de Limmerge Malikanesi'nde yaşayan iki genç kadına r

İçinden Deniz Geçen Şarkılar

Bülent Ortaçgil'e büyük bir aşk besleyen bir insan değilim. Ama yeni albümünün çok başarılı olduğunu okuyunca birkaç yerden ben de aldım. CD'yi alalı neredeyse iki ay oldu. Birkaç dinleme denemem başarısızlıkla sonuçlandı. Yeterlik sonra belki sakin sakin iyi gelir dedim ama kafam o kadar doluymuş ki hiç anlamamışım. Sonra da kaldırıp bir kenara koydum. Geçenlerde iphonedaki müzikleri değiştirirken bunu da eklemek istedim. Nasıl yaptıysam iki kere Bulutsuzluk Özlemi eklemişim ama Bülent Ortaçgil'i eklemeyi becerememişim. En sonunda tekrar update ettim önceki gece şarkıları. Dün de flüt dersine giderken dinledim bütün albümü. Derse saat 5 gibi gittim. Yürüyerek gideyim bari dedim. Hava ılıktı. Akşam üstünün romantizmi vardı, kulaklarımda da muhteşem melodiler. Bütün parçalarda bir deniz özlemi, balıkçılar, adalar, su altı, balıklar....Yani her parçanın içinden deniz geçiyor. Tadımlık olarak dinleyin ve hemen bu CD'yi edinin bence. Biterken karanfilli çay içiyorum. Mis g