Ana içeriğe atla

Kitaplardan Kısa Kısa

Merhaba;

Bu ara canım hayli sıkkın, daha doğrusu canım sıkkın değil de kafamı kurcalayan çok fazla şey var. Hepsinin başında da İTÜ Araştırma Görevlilerinin durumu geliyor. Neler olduğunu henüz duymadıysanız sizi Asistan Dayanışması'nın bloguna alayım, ordan okuyun durumları ve ülkemizin bilimsel geleceğini. Bu iş kafamı o kadar kurcalıyor ki, canım gerçekten de çoğu zmana hiçbir şey yapmak istemiyor. Neyse. 

Size Ocak ayından beri okuduğum bir kaç kitaptan bahsetmek istiyorum. Kitapların hiçbirisi üzerinde uzuuun uzun yazılacak gibi değiller  bence. Ama bu kötü oldukları anlamına gelmesin. Aksine bir tanesi hariç hepsinden inanılmaz keyif aldım. Ama gene o bir tanesi hariç hepsi öylesine hızlı ve keyifle okundu ki. Kısa kısa özet geçince anlayacaksınız ne demek istediğimi.

İLK GÜN - İLK GECE: Marc Levy hiç okumamıştım daha önce. Her ne kadar Bellanomisma daha önce çok sevdim okuyun demişse de olmamıştı bir türlü. İdefix kitap fuarı zamanında bu kitaplar yeni basılmıştı.  Bir şans vereyim dedim. Evrenin oluşumundaki ilk yıldızı arayan bir astrofizikçi ile, ,lk insanı arayan bir paleoantrepologun yolları nasıl kesişir? Kesişirse ne maceralar yaşarlar? İlk Gün ile başlayan macera İlk Gece ile devam ediyor. Astrofizikçimiz Adrian ile paleoantrepolugumuz Keira'nın yollarını neyin kesiştirdiğini size anlatırsam kitapla ilgili pek çok detay vermek zorunda kalırım. Bu da heyacanını düşürür kitabın. Ama bu iki idealist bilim insanı Fransa, İngiltere, Almanya, Yunanistan, Çin, Rusya, Şili ve Etiyopya'ya da geçen heyecanlı bir macera yaşıyorlar (Umarım unuttuğum başka bir ülke yoktur:)) Da Vinci Şifresi gibi kitaplardan keyif aldıysanız bu kitapalrı da beğeneceğiniz düşünüyorum. Ama bir es vermeden geçmeyeyim, Da Vinci Şifresi kadar yoğun bir komplonun içinde kalmayacaksınız. 

Bu kitap bana en  çok Atina'da Hydra adasını merak ettirdi. Bu yaz yolumu Atina'ya çevireceğim ki Hydra'ya gidebileyim. 

Marc Levy'ye gelince, başka kitaplarına da şans vermeye karar verdim ama elimde çook uzun bir okuma listesi var öncelikle o listeyi halletmeliyim.

 DOSTUM PASİFİK - BİR BİLET AL: Ben Gizem Altın Nance'yi  tamamen farklı bir yolla buldum. Gene organik yaşamla falan ilgili bir şeyler arıyordum internette. Ordan oraya atlarken bloguna denk geldim. Sonra kitaplarını fark ettim. Merak ettim. Dostum Pasifik Green Card alıp gittiği Los Angeles'ta yaşadıklarını anlatıyor. Esasında çok fazla bir parası da yok giderken, hatta ailesinden de destek alıyor. Orda bir de egosunun nasılda sarsıldığını da çok açık gönüllükle anlatmış. Türkiye'de kariyerim vardı ama ABD'de kim bilsin İstanbul Üniversitesi'ni diyor.Kafelerde çalışıyor, halkla ilişkiler de çalışıyor. Kendine yeniden bir hayat kuruyor. Arada kocası ile tanışıyor. Onunla yaşadıklarını da komik ve çok gerçekçi bir dille anlatıyor. Hepimizin başına gelebilen şeyler, başkasını nda başına geliyor, o da utanıyor falan. Sanki Gizem sizin arkadaşınız, gelmiş koltukta anlatıyor gibi. Bir günde falan bitirdim galiba. 


Bir Bilet Al ise ABD'ye gitmeden önce gözünü karartıp tek bşaına çıktığı İnterrail macerasını anlatıyor. Hızla okunan kısa bir Avrupa Turu. Yalnız Como gölü manzaralı bir hostelden bahsediyor ki gidip orda kalmak istiyorum:)













SOKAK KEDİSİ BOB: İşte bu kitap biraz içimi acıttı. James Bowen Londra'da sokak müzisyenliği yaparak geçimini sağlayan, bir taraftan da uyuşturucu arınma programında mücadele eden bir adam. Eskiden sokaklarda da yaşamış. Hayata tutunmak hayli zor gelmiş. Bir gün evine dönerken apartmanda koridorunda bir kedi buluyor. Kedinin önce komşusunun olduğuna sanıyor ama olmadığını öğreniyor. Hasta olan kediyi yavaşça hayatına alıyor. Bakımını bir şekilde üstleniyor. Ücretsiz ya da düşük ücretlerle bakan veterinerleri ve sosyal merkezleri buluyor. Bu arada kedi çok komik. James evden çıkarken o da geliyor. Bütün gün James'le beraber sokaklarda geziyor. Bob sayesinde James'in kazancı da artıyor. Ama en en en önemlisi James hayata daha ıskı tutunmaya başlıyor. Uyuşturucudan tamamen kurtulmak için büyük adımlar atıyor. Bob'a bakabilmek için daha güvenli bir iş seçiyor kendisine. Beni özellikle kendi terbiyesizliğimiz çok üzdü. Esasen kabul etmek gerekir ki evsiz birini gördüğümzüde korkuyoruz, yolumuzu değiştiriyoruz. Onun da bir insan olduğunu düşünmüyoruz. Bu esasında anlaşılabilir bir insan tepkisi. Kendimize de zarar gelmesini istemiyoruz ve ne yazık ki evsizlerin hırsızlık, gasp gibi olaylara karışma olasılığı daha yüksek Ama James'in yazdığı birşey hayli içimi acıttı. Restaurantların önünden elimde gitarımla geçierken bazen eğilip insanlara şarkı çalmak istiyorum. Ama benim daha onlara doğru yanaştığımı görür görmez hayır teşekkürler diyorlar bana. Belki ben size saati soracağım bunu kimse düşünmüyor diyor. Ki bu noktada da sapına kadar haklı değil mi? Bu arada bu hikayeyi bu kadar acı yapan noktayı sonuna sakladım. Bu hikaye gerçek. Buyurun James ve Bob'un videolarını izleyin. Neyse ki James'in şu aralar temiz olduğunu ve Bob'un da hayli sağlıklı olduğunu görebiliyoruz ve bir nefes alıyoruz. 

Müsadenizle Bob'a ve James'e biraz iltimas geçip sevdiğim bir iki fotoğraflarını daha  paylaşmak istiyorum:)


Çocuk kitabını satıyor:))




GIRNATACI: Evet geldik son kitaba. Anlattığım diğer kitapları sevdiğim düşünülürse beğenmeidğim kitabı en sona sakladığımı anlamışsınızdır. Gırnatacı Ercüment Cengiz'in ilk kitabı. Zaten Everest Yayınları'nın ilk kitap yarışması ile basılmış. 1890larda ABD'deki Colomb sergisine gönderilen Türk ekibindeki 17 yaşındaki Gırnatacı Osman'ın ve 1955'de gene Chicago'da yaşayan Anadolu'dan göç eden Ermeni ailenin çevresinde dönen bir hikaye var. Yani 1890-1955 arasındaki hikayelere tanık oluyoruz. Caz klüpleri, sol ve si düzen klarnetler, dil bilmeyen Osmanlıların Chicago'da yaşadıkları falan derken hayli enteresan bir konu var esasında. Ama yazarın üslubu beni o kadar baydı ki. Konu çok yavaş ilerliyor. Tasvirler, bilinç akışı falan derken okuması hayli zor ve karmaşık bir metindi bence. Bir de ortada bir esrar var, biz bunu kitabın ortalarında anlıyoruz. Kahramanlarımız da anlasın diye bekliyoruz. İnanılmayacak tesadüfler, hadi artık bu da olmasın be diyeceğiniz bir son. Sürekli gözünüze sokulan Ermeni soykırımı meselesi. İnanılmaz sıkıldım ben bu kitaptan. Çok iyi eleştiriler almış gerçi ama ben mi çok sıkıldım bilmiyorum. Adam ödül almış sana da .ok yemek düşer de diyebilirsinzi tabii. Ben sadece biraz daha sürükleyici bir metin beklemiştim. Konu güzeldi. Sonu çok sürprizsizdi. Uzun uzun kafasındaki düşünceleri dinlediğimiz Natalie mesela hayli yan karakter olarak kalmıştı. Barkev'le evliliğini bu kdar çıkmaza sokan şey sadece Barker'in çözümleyemediği Ermeni soykırımı mıydı? Bunların cevabı benim için çok havada kaldı. Ama Barker'in klarinet çalmayı nasıl öğrendiği baya acıklı bir hikayeydi. Keşke böyle hikayeler hiç olmasaydı geçmişte. Kitaba dönecek olursak ben beğenmedim. Hiç tavsiye etmem.

Evet benden şimdilik bu kadar. İyi bir hafta sonu olsun.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Beyazlı Kadın

Bir süredir okuduğum kitapları hiç yazmadığımı fark ettim. Hazır Beyazlı Kadın'ı yeni bitirmişken, kütüphanenin rafları arasında kaybolmamışken hemen yazayım bari dedim. Bu kitabı kitap klübümüzde okumuştuk, sanırım 3 kişi aldık sadece. Benden önce Bellanomisma okudu, diğer arkadaşımız okudu mu bilemiyorum. Ben esasında hayli kararlıydım, yazın sahilde okuyacaktım ama son anda aldığım kitaba Uğur el koyunca, (Zeno'nun Bilinci) elimde iki kitapla kalakaldım. Beyazlı Kadın ya da Karamazov Kardeşler.  Hadi dedim madem Bella çook beğendi, alayım raflardan da okuyayım. Wilkie Collins'in bu kitabı ilk gotik ve polisiye roman olarak geçiyormuş. Kitap yayınlandığında İngiletere'de öylesine büyük bir sükse yapmış ki Charles Dickens bile kıskançlık krizlerine girmiş Edward Drood'un Gizemi'ni yazmaya başlamış ama bitirmeye ömrü vefa etmemiş. Gerçekten de bir gizem olmuş sonu. Beyazlı Kadın İngiltere'de Limmerge Malikanesi'nde yaşayan iki genç kadına r...

MSA'da Pişirdim Evime de Getirdim

Merhaba; Toplanın şöyle etrafıma size çok güzel bir deneyim anlatmak istiyorum. Geçen hafta Seyahatperest Özge 'nin davetine uydum. Mutfak Sanatları Akademisi 'nde İtalyan Yemekleri Workshop'ına gideceğim benimle gelmek isteyen var mı dedi? Yemeklere baktım. Menüde el yapımı deniz mahsüllü fettucine, kuşkonmaz çorbası ve Marble cheesecake, amaretto ve bitter çikolatalı vardı. Kuşkonmaz çorbası ile ilgili bir fikrim yoktu, cheesecake ile zaten aram yok ama deniz mahsüllü fettucine beni can evimden vurdu. Zaten önceki hafta internette birkaç tarif okumuştum ama açıkçası hangisini pişireceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bir de bu deniz mahsülleri ucuz değil sonuçta. Benim de yemekle çok iyi bir ilişkim olmasına rağmen çok vardır beceremeyip çöpe atmak zorunda olduğum yemekler. O yüzden de bu deniz mahsüllerine hep mesefali yaklaştım. Neyse. Menüyü görünce buna ben gitmeliyim dedim. Sağ olsun Özge'nin kedileri de öyle düşünmüş. Pazartesi workshopa katılmak için benim gid...

İçinden Deniz Geçen Şarkılar

Bülent Ortaçgil'e büyük bir aşk besleyen bir insan değilim. Ama yeni albümünün çok başarılı olduğunu okuyunca birkaç yerden ben de aldım. CD'yi alalı neredeyse iki ay oldu. Birkaç dinleme denemem başarısızlıkla sonuçlandı. Yeterlik sonra belki sakin sakin iyi gelir dedim ama kafam o kadar doluymuş ki hiç anlamamışım. Sonra da kaldırıp bir kenara koydum. Geçenlerde iphonedaki müzikleri değiştirirken bunu da eklemek istedim. Nasıl yaptıysam iki kere Bulutsuzluk Özlemi eklemişim ama Bülent Ortaçgil'i eklemeyi becerememişim. En sonunda tekrar update ettim önceki gece şarkıları. Dün de flüt dersine giderken dinledim bütün albümü. Derse saat 5 gibi gittim. Yürüyerek gideyim bari dedim. Hava ılıktı. Akşam üstünün romantizmi vardı, kulaklarımda da muhteşem melodiler. Bütün parçalarda bir deniz özlemi, balıkçılar, adalar, su altı, balıklar....Yani her parçanın içinden deniz geçiyor. Tadımlık olarak dinleyin ve hemen bu CD'yi edinin bence. Biterken karanfilli çay içiyorum. Mis g...