Ana içeriğe atla

Son Zamanlarda

Merhaba;


Uzun zaman oldu tabii, o oldu bu oldu şu oldu diyeceğim manasız mı gelecek bilmiyorum.Önce annem Beyrut dönüşü bize uğradı, beraber bir kaç gün geçirdik. Sonra da okuldaki işlerden kafamı çok zor kaldırdım. Dönemi ortaladık, sınavlar, sınav kağıtları, gözetmenlikler, proje ve tabi ki bir de tabii kendi çalışmalarım. Neyse bunlar işşin gereklilikleri. Bir şekilde yapılıyorlar. Açıkçası işle ilgili çok söylenmeyi, çok yorgunum çok bitkinim bla bla bla demeyi hiç sevmem. İş iştir. İstemiyorsan yapma. Bas istifanı otur evinde. Bir de ne zaman işimden memnunsuz olsami ki ben de insanım oluyor bunlar, maden işçilerini falan düşünüyorum. Utanıyorum. 


Gelelim son zamanlarda olanlara. Esasında kitaplarla ilgili challenge yarım kaldı, onu tamamlayacağım. Ama orda da öncelikle son okuduğum kitap kategorisindeki Necib Mahfuz'a haksızlık etmeden uzun uzun yazmak istedim. Bitecek ama merak etmeyin. 


Annem burdayken yaptığım en önemli etkinlik Van Gogh Alive sergisine gitmekti. Havanın da nispeten sıcak olduğu günlerden birisiydi, üşümeden rahvan rahat gidip geldik. Van Gogh benim kesinlikle en sevdiğim ressam. Amsterdam'daki müzesine gidip ordan çıkmamak istiyorum Viyana'da da Belvedere'de küçük bir  çizimini görüp aşırı heyecanlanmıştım. Alive deneyimi ise bambaşka bir şey. Van Gogh'un yaptığı sanat evet ama bu deneyimde başlı başına bir sanat. Kronolojik olarak yaptığı resimlerle beraber bi müzik ziyafetinin içine giriyorsunuz. Kah sokak kahvesinde çay içiyorsunuz, kah yıldızlı gökyüzüne çıkıyorsunuz. O dengesiz ruh hali içinize işliyor. İnanlmaz gerçekten de. Mutlaka ama mutlaka gidilmesi gereken bir etkinlik. Ortam tamamen karanlık,  fotoğraf çekmek büyük çile. Artık olduğu kadar. 







Dün Hunger Games'e gittik. Ne beğendim ne beğenmedim. Kitaptan ayırarak bakmaya çalışınca bile bazı şeyler eksikti gibi geldi bana. Ama gene de izlenebilir bir filmdi, önerebilirim. Bugünse Take Shelter'ı izledim. Çok enteresan, hayli yavaş tempolu ama bir o kadar da gergin bir filmdi. Filmde iştme engelli kızının sağlıklı olması için müzadele eden bir ebeveyn görüyoruz. Sonra hayatları adamın gördüğü garip rüyalar yüzünden alt üst olamay başlıyor. Rüyalarında hep bir fırtınanın yaklaştığını, bu yüzden de arka bahçedeki sığınağın tamir edilmesi gerektiğini görüyor adam. Bir taraftanda annesine 30lu yaşlarda şizofreni teşhisi konulduğu için ve kendisi de 35 yaşında olduğu için olayların gidişatından çok etkileniyor. Tam şu olacak diyorsunuz, o oluyor aa olmasaydı diyorsunuz bu sefer öteki olasılık oluyor falan. Adam şizofren mi, değil mi, fırtına gerçek mi, değil mi derken 2 saat geçiyor. Esasında biraz kısaltılsaymış daha rahat izlenebilirmiş ama. Michael Shannon çok iyi bir performans sergilemiş. Bence 2011 yapımı bu filmi kaçırmayın. 


Bir de baharın gelmesi demek taze sebze meyveye ulaşmak demek sonunda. Şuradaki tarifleri okurken aklıma şu geldi. Eskiden ben de hayli doğaçlama yemekler yapardım. Yemek çeşitliliğim çok fazlaydı. Aklıma ne gelirse yemeğin içine katardım. Ama evlendikten sonra bu iş böyle olamadı. Uğur'un hayli sıkıcı bir beslenme düzeni var. Esasında değişikliklere tamamen kapalı değil ama pek çok sebzeyi sevmiyor. Bir çoğuna da içinde et var diye katlanıyor. Örneğin ıspanak gibi. Yemeğin içine farklı bir şeyler katsam koklar, bu ne diye sorar, çoğunlukla suratını asar. Açıkçası bu da benim doğaçlama yapma isteğimi köreltiyor çünkü ben de yemek yapmayı sevsem de, yaptığım yemeğin birkaç gün yenmesini istiyorum. İşten eve gelip tekrar yemekle uğraşmak istemiyorum. Ama işte Uğur beğenmeyince bir de ona tekrar yemek düşünmek zorunda kalıyorum falan. Ama bu sitedeki yemekleri görünce gözlerim yuvalarından çıktı. Tekrar doğaçlama, merhaba bahar yemekleri diyorum. Bu arada sitedeki enginarlı sulu köfteyi yaptım, ki Uğur enginarları yemedi tabi ki, yemek inanılmaz lezzetli oldu. Ben genelde bu kadar karışık yemeklerden yana değilimdir, ama bu çok güzeldi. Bir de ekşi mayalı ekmek meselesine takıldı kafam. Cafe Fernando'da çok detaylı tarifler  var ama fırına giren tencere meselesine takıldım. Çok merak ediyorum bir yandan da. Fikri olan var mı bu konuda? 


Bir de şehre film festivali geldi. Ben film festivaline çok mesafeliyimdir. Açıkçası sevmezsem filmi izlemeye devam etmek istemem. Ama festivalde çıkıp gidemiyorsun da. Hayat çok zor. Seçtiğim bir kaç film var, Bir yandan da gitmek istiyorum. Mesai saatleri dışında tam bilet 15 lira, öğrenci 9. Mesai saatlerinde her ikisi de 5 lira. Ben bilet fiyatlarına biraz fazla buldum. İki kişi 24 lira, bir de üstüne Biletix haraçlarını da ekle 30a vurur o. E o kadar paraya zaten evde izlerim. Şimdi kabul ediyorum sinemanın büyüsü evet. Ama 30 lriadan kaç filme gidebiliriz ki? İKSV'nin pek çok şeyde fiyat politikası biraz yüksek geliyor bana. Ama hadi tiyatro festivalini, cazı falan anlıyorum da en masrafsız şey sinema değil mi? Neyse bu seçtiklerimden bir yada iki tanesine gidebiliriz belki diye düşünüyorum. 


Bugün güzel bir yerde fotoğraflar çektim  ama onlar yarına kaldı galiba. Geç oldu artık.


Yarın pazartesi, hepinize çok kolay gelsin güzel bir hafta geçsin.


İyi geceler.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MSA'da Pişirdim Evime de Getirdim

Merhaba; Toplanın şöyle etrafıma size çok güzel bir deneyim anlatmak istiyorum. Geçen hafta Seyahatperest Özge 'nin davetine uydum. Mutfak Sanatları Akademisi 'nde İtalyan Yemekleri Workshop'ına gideceğim benimle gelmek isteyen var mı dedi? Yemeklere baktım. Menüde el yapımı deniz mahsüllü fettucine, kuşkonmaz çorbası ve Marble cheesecake, amaretto ve bitter çikolatalı vardı. Kuşkonmaz çorbası ile ilgili bir fikrim yoktu, cheesecake ile zaten aram yok ama deniz mahsüllü fettucine beni can evimden vurdu. Zaten önceki hafta internette birkaç tarif okumuştum ama açıkçası hangisini pişireceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bir de bu deniz mahsülleri ucuz değil sonuçta. Benim de yemekle çok iyi bir ilişkim olmasına rağmen çok vardır beceremeyip çöpe atmak zorunda olduğum yemekler. O yüzden de bu deniz mahsüllerine hep mesefali yaklaştım. Neyse. Menüyü görünce buna ben gitmeliyim dedim. Sağ olsun Özge'nin kedileri de öyle düşünmüş. Pazartesi workshopa katılmak için benim gid

Beyazlı Kadın

Bir süredir okuduğum kitapları hiç yazmadığımı fark ettim. Hazır Beyazlı Kadın'ı yeni bitirmişken, kütüphanenin rafları arasında kaybolmamışken hemen yazayım bari dedim. Bu kitabı kitap klübümüzde okumuştuk, sanırım 3 kişi aldık sadece. Benden önce Bellanomisma okudu, diğer arkadaşımız okudu mu bilemiyorum. Ben esasında hayli kararlıydım, yazın sahilde okuyacaktım ama son anda aldığım kitaba Uğur el koyunca, (Zeno'nun Bilinci) elimde iki kitapla kalakaldım. Beyazlı Kadın ya da Karamazov Kardeşler.  Hadi dedim madem Bella çook beğendi, alayım raflardan da okuyayım. Wilkie Collins'in bu kitabı ilk gotik ve polisiye roman olarak geçiyormuş. Kitap yayınlandığında İngiletere'de öylesine büyük bir sükse yapmış ki Charles Dickens bile kıskançlık krizlerine girmiş Edward Drood'un Gizemi'ni yazmaya başlamış ama bitirmeye ömrü vefa etmemiş. Gerçekten de bir gizem olmuş sonu. Beyazlı Kadın İngiltere'de Limmerge Malikanesi'nde yaşayan iki genç kadına r

İçinden Deniz Geçen Şarkılar

Bülent Ortaçgil'e büyük bir aşk besleyen bir insan değilim. Ama yeni albümünün çok başarılı olduğunu okuyunca birkaç yerden ben de aldım. CD'yi alalı neredeyse iki ay oldu. Birkaç dinleme denemem başarısızlıkla sonuçlandı. Yeterlik sonra belki sakin sakin iyi gelir dedim ama kafam o kadar doluymuş ki hiç anlamamışım. Sonra da kaldırıp bir kenara koydum. Geçenlerde iphonedaki müzikleri değiştirirken bunu da eklemek istedim. Nasıl yaptıysam iki kere Bulutsuzluk Özlemi eklemişim ama Bülent Ortaçgil'i eklemeyi becerememişim. En sonunda tekrar update ettim önceki gece şarkıları. Dün de flüt dersine giderken dinledim bütün albümü. Derse saat 5 gibi gittim. Yürüyerek gideyim bari dedim. Hava ılıktı. Akşam üstünün romantizmi vardı, kulaklarımda da muhteşem melodiler. Bütün parçalarda bir deniz özlemi, balıkçılar, adalar, su altı, balıklar....Yani her parçanın içinden deniz geçiyor. Tadımlık olarak dinleyin ve hemen bu CD'yi edinin bence. Biterken karanfilli çay içiyorum. Mis g