Ana içeriğe atla

MSA'da Pişirdim Evime de Getirdim

Merhaba;

Toplanın şöyle etrafıma size çok güzel bir deneyim anlatmak istiyorum. Geçen hafta Seyahatperest Özge'nin davetine uydum. Mutfak Sanatları Akademisi'nde İtalyan Yemekleri Workshop'ına gideceğim benimle gelmek isteyen var mı dedi? Yemeklere baktım. Menüde el yapımı deniz mahsüllü fettucine, kuşkonmaz çorbası ve Marble cheesecake, amaretto ve bitter çikolatalı vardı. Kuşkonmaz çorbası ile ilgili bir fikrim yoktu, cheesecake ile zaten aram yok ama deniz mahsüllü fettucine beni can evimden vurdu. Zaten önceki hafta internette birkaç tarif okumuştum ama açıkçası hangisini pişireceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bir de bu deniz mahsülleri ucuz değil sonuçta. Benim de yemekle çok iyi bir ilişkim olmasına rağmen çok vardır beceremeyip çöpe atmak zorunda olduğum yemekler. O yüzden de bu deniz mahsüllerine hep mesefali yaklaştım. Neyse. Menüyü görünce buna ben gitmeliyim dedim. Sağ olsun Özge'nin kedileri de öyle düşünmüş. Pazartesi workshopa katılmak için benim gideceğimi bildiren mailini aldım Özge'nin. Ancak kendisi bir eğitime katılacağı için gelemiyordu. İki kişi seçmiş kediler de bu yüzden. Pazartesi günü akşama doğru Özge'den bir telefon aldım, Diğer arkadaşın ailevi bir meselesi çıkmış, yanında götürmek isteyeceğin ehrhangi birisi var mı, şu anda başkasına haber vermek için çok geç oldu artık çünkü dedi. Ve ben de Uğur'a gelir misin dedim. Uğur mutfakta zaman geçirmeyi seviyor, üstelik MSA'da Maslak'ta burnumuzun dibinde. Mırın kırın etmedi ve o da geldi. Ama ilk başta anladım ki sırf bana eşlik etmek için gelmiş. Biz işten saat 5te çıkıyoruz, atölye (ben bu workshop kelimesini sevmiyorum, bundan sonra atölye diyeceğim) saat 7de. Normalde de 6 gibi yemek yiyoruz, yani bizim gece yarısına kadar aç kalmamız olası değil. Koştuk yemek yemeye gittik. Saat 7ye doğru da MSA'da hazır ve nazırdık. 

İki kişilik istasyonlarda çalışıyorsunuz ve girdiğiniz zaman istasyonda sizin için tertemiz paketlenmiş bonelerle önlükler buluyorsunuz. MSA'nın mutfağında herşey hazır ve nazır. Yemek hazırlarken neye ihtiyaç duyarsanız oradalar. Hemen bone ve önlüklerimizi giyip sefimiz Hakan Şen’in gelmesini bekledik. Önce işe cheesecake’den başlıyoruz zira dolapta donması gerekiyormuş. Ben her çeşit peyniri büyük bir aşkla sevmeme rağmen peynirli tatlıları sevemiyorum pek nedense. (Çanakkale’nin peynir helvasını bundan ayrı tutuyorum ama:)) Tiramisu (ki galiba orjinalinde peynir olmazmış) ve cheesecake bana uzak tatlılar. Ama cheesecakein altındaki keki severim o ayrı. Önce keki yapmakla başladık. Bir paket burçak bisküviyi tamamen ezdik ve içine tereyağı kattık. Daha kekinde bile yüzlerce kaloriyi aldık zaten. Bu noktadan itibaren bıraktım kalori saymayı:)

Kremasını hazırlamak içinse bir benmari kabında önce yumurta ve şekeri pişirdik. Bir yandan da esasında yumurtayı pişirmemeye çalışıyoruz, omlet gibi olmasın diye.


MSA’da her şey ölçülüp biçilip geliyor önünüze. Mesela krem şanti çırpılmış olarak geldi. Evde olsa bir de krem şantiyi çırpmaya çalışacağız değil mi? Her malzemeyi karıştırıp kremayı hazırladıktan sonra keki sıkıca bastırıyoruz ve üzerine kremayı yayıyoruz.
Kremanın ¾’ü kekin üzerine, ¼ ’ü ise bitter çikolatayla karıştırılarak kekin üzerine dökülecek. Ama Hakan Şef’in de dediği gibi galiba matematiğimiz kötü, neredeyse herkes ¼’ten fazla ayırmış kremadan. Bu yüzden de bizimkiler mermer görüntüsünde olmadı, daha çok çikolatalı gibi oldu. Cheesecakei buzluğa atıyoruz ve makarna hamuruna başlıyoruz.

Makarna hamuru düşündüğümden çok daha kolaymış. Tabi elimizle yoğurmamız gerekiyor. Sınıftan birileri eldiven istedi ama Hakan Şef eldivenle hamur yoğrulmaz,vücut sıcaklığı gerekir dedi. Yani mutfağı seven arkadaşlar, hijyen için eldiven takmıyoruz, ellerimizi yıkıyoruz:) Hamuru güzelce yoğurup buzdolabına kaldırıyoruz. Yarım saat o da buzdolabında dinlenecek çünkü.
Kuşkonmaz benim bildiğim bir sebze değil.

Yani ne olduğunu biliyorum da daha önce sadece bir kere yedim. Çorbası ise hiç bilmediğim bir yemek. İzninizle onun nasıl yapıldığını anlatmak istiyorum, facebookta soran arkadaşlarım olmuştu.

Yarım soğan, ve 2 diş sarımsağı tencerede sotelemeye başlıyoruz. 
Soğanlar pişince küçük küpler halinde doğranan 1 adet havucu ekliyoruz ve onları da soteliyoruz. Daha sonra gene küp küp doğranmış yarım patatesi ekliyoruz. En son temizlenmiş ve kabaca doğranmış kuşkonmazları da ekliyoruz. Bunların hepsi pişince 500 ml tavuk suyu ve yarım limon suyunu ekliyip kapağını kapatıp kaynamaya bırakıyoruz. Kuşkonmazlar pişince tencereyi ateşten alıp blenderdan geçiriyoruz.

10 ml krema tuz ve karabiber ekleyip tekrar karıştırıyoruz ve işte çorbamız hazır. Dün akşam yemekleri son derece tuzsuz yaptığım tescillendi, Hakan Şef benim çorbama ama bu çok tuzsuz dedi. Öte yandan herkesin çorbasına da bizimkini örnek gösterdi. Bakın bunun tadında kuşkonmaz çok baskın diye. Hangi sebzenin tadı baskınsa gereğinden az pişmiş demekmiş o sebze. Baskın sebze kuşkonmaz olmalıymış.

En son ve en eğlenceli kısım makarnanın kesilmesiydi. Makarna makinasında 7 katmanda inceltip sonra da bıçaklardan geçiriyoruz. Bu 7 katman işi çok zor çünkü eğer ki hamur parçalanır ve zarar görürse tekrar 1. Katmandan başlamak gerekiyormuş. Neyse ki bizim ki hiç zarar görmeden 7 kere inceldi de tekrar başa dönmedik.


Makarna kesilirken bolca un istiyor, bu da bizim tepe tırnak una belendiğimiz anlamına geldi tabi ki. Makarnaları kestikten sonra bir taraftan deniz mahsülü sosu hazırlamaya başladık. 

Kalamarlar, midyeler, karidesler, soğan sarımsak yavaş yavaş pişti.

Ben kalamar yemiyorum bu yüzden de bunu tekrar yaparsam kalamar eklemem. Kalamar yemememin sebebi ise onları yüzerken gördüm, inanılmaz güzellerdi. Diyeceksiniz ki balıkları görmedin mi yüzerken diye. Evet gördüm. Ve gönül rahatlığıyla balık yemiyorum, et ve tavukta da aynı şeyi yaşıyorum ben. Neyse bu başka bir yazı konusu.

En son cheesecakei dolaptan çıkardık. Birer dilim kesip tadına baktık. Benim için bile lezzetliydi. Hatta yazıyı yazarken de bir dilimi bana eşlik etmedi desem yalan olur:) Enteresan ama ben en çok kuşkonmaz çorbasını sevdim. Evde de artık sıklıkla yapacağım bu çorbayı.
Peki o kadar yemek pişirdik artanlar ne oldu? MSA’nın şirin torbaları ile eve geldiler, bu akşam yemek olarak tüketildiler. Önlükleri ve bonelerimizi de eve getirdik.

Biz Uğur’la beraber zaten yemek pişiriyoruz, ama eğer ki evde yemek pişirme alışkanlığınız yoksa, evli değilseniz veya sevgilinizle beraber yaşamıyorsanız özellikle çiftler için çok hoş bir deneyim bence. Bir çok püf noktası öğreniyorsunuz hem. Bakın yılbaşı yaklaşıyor. Arkadaşlarınıza, sevgilinize, anne babanıza, kardeşinize muhteşem bir yılbaşı hediyesi olabilir MSA’nın atölyeleri.
Bir de bizimle beraber atölyede Pelin Karahan vardı. Kavak Yelleri’nin Aslı’sı. Gerçekten de maşallah dedim. Daha önce de birkaç kere görmüştüm gene emin oldum. Nasıl güzel bir kız. Ekranda daha çok görmek isterim.
Yemek yaparken bize bir şarap ikram ettiler. Şarap Terra Italia Chianti. İnternette bulduğum fiyatı 50 lira civarında. Yani ucuz bir şarap değil ama diyebilirim ki 50 liradan daha bile pahalı olabilir. Gerçekten de bir Toskana şarabı gibiydi. Şiddetle tavsiye ederim

Özge’ye bize  bu deneyimi yaşattığı için çok teşekkür ediyoruz. Sanırım MSA’da daha çok zaman geçireceğiz. 

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Beyazlı Kadın

Bir süredir okuduğum kitapları hiç yazmadığımı fark ettim. Hazır Beyazlı Kadın'ı yeni bitirmişken, kütüphanenin rafları arasında kaybolmamışken hemen yazayım bari dedim. Bu kitabı kitap klübümüzde okumuştuk, sanırım 3 kişi aldık sadece. Benden önce Bellanomisma okudu, diğer arkadaşımız okudu mu bilemiyorum. Ben esasında hayli kararlıydım, yazın sahilde okuyacaktım ama son anda aldığım kitaba Uğur el koyunca, (Zeno'nun Bilinci) elimde iki kitapla kalakaldım. Beyazlı Kadın ya da Karamazov Kardeşler.  Hadi dedim madem Bella çook beğendi, alayım raflardan da okuyayım. Wilkie Collins'in bu kitabı ilk gotik ve polisiye roman olarak geçiyormuş. Kitap yayınlandığında İngiletere'de öylesine büyük bir sükse yapmış ki Charles Dickens bile kıskançlık krizlerine girmiş Edward Drood'un Gizemi'ni yazmaya başlamış ama bitirmeye ömrü vefa etmemiş. Gerçekten de bir gizem olmuş sonu. Beyazlı Kadın İngiltere'de Limmerge Malikanesi'nde yaşayan iki genç kadına r

İçinden Deniz Geçen Şarkılar

Bülent Ortaçgil'e büyük bir aşk besleyen bir insan değilim. Ama yeni albümünün çok başarılı olduğunu okuyunca birkaç yerden ben de aldım. CD'yi alalı neredeyse iki ay oldu. Birkaç dinleme denemem başarısızlıkla sonuçlandı. Yeterlik sonra belki sakin sakin iyi gelir dedim ama kafam o kadar doluymuş ki hiç anlamamışım. Sonra da kaldırıp bir kenara koydum. Geçenlerde iphonedaki müzikleri değiştirirken bunu da eklemek istedim. Nasıl yaptıysam iki kere Bulutsuzluk Özlemi eklemişim ama Bülent Ortaçgil'i eklemeyi becerememişim. En sonunda tekrar update ettim önceki gece şarkıları. Dün de flüt dersine giderken dinledim bütün albümü. Derse saat 5 gibi gittim. Yürüyerek gideyim bari dedim. Hava ılıktı. Akşam üstünün romantizmi vardı, kulaklarımda da muhteşem melodiler. Bütün parçalarda bir deniz özlemi, balıkçılar, adalar, su altı, balıklar....Yani her parçanın içinden deniz geçiyor. Tadımlık olarak dinleyin ve hemen bu CD'yi edinin bence. Biterken karanfilli çay içiyorum. Mis g