Ana içeriğe atla

Minimalizm



Merhaba; 

Instagramda Türk işi minimalizm diye bir hesap var biliyor musunuz? Onu takip etmeye başladım geçenlerde. Esasında minimalizme çok düşkün bir insan değilim itiraf etmem gerekirse ama bizim de çooook fazla eşyamız var (dı). Yani gerçekten çok fazla (ydı). Bir belgesel önermişti Netflix'te: Minimalism: A Documentary About the Important Things isimli. Bir kere her şeyden önce o belgeseli öneriyorum. Gerçekten çok keyifliydi ve çok ufuk açıcıydı da. Fragmanını buyrun izleyin. 


Danimarka'ya taşınırken gerçekten çok fazla eşyadan kurtulduk. Atılanlar, satılanlar ve verilenler oldu. Ama buna rağmen hala çok fazla eşya görüyorum sağda solda. 

İnsanın anlam yüklediği şeyler ne acayip. Mesela gittiğimiz her şehirden aldığımız shot bardaklarımız vardı. Nasıl bir çöplük olduğunu düşünebiliyor musunuz? Gerçi İstanbul'dayken kullanıyorduk onları. Ama şimdi hem çocuklu, hem de arkadaşsız hayatımızda hiçbir işimize yaramıyorlar. Onları depoya kaldırdık mesela. Ama artık alır mıyım bilmiyorum yeni şehirlerden. 

Benim başarılı olduğum konu bence kıyafetlerimdir. Hiçbir zaman çok fazla kıyafetim olmadı. Tabi ki bunu söylerken 5 tane tişörtüm var demiyorum ama en azından dolabımda giymediğim şeyleri tutmuyorum. Her yazlık kışlık dönüşümünde artık içine giremediğim, (hamilelik sonrası:)), sevmediğim, eskiyen her şeyi ayırırım.  Zaten bir şey alana kadar kırk yeri gezerim ve çoğunlukla da gereksizse almam ama tabi ki ben de bazen kendimi kaybediyoru(du)m. Danimarka'da kaybedemezsin, kaybedersen ay sonunu getiremezsin. Aynı şey ayakkabı için de geçerli. Her mevsimi tek ayakkabı ile geçiriyorum diyemem ama pek çok kadındaki ayakkabı hastalığı bana uğramadı. Yalnız gereğinden fazla çantam var ondan eminim. Oldukları için kullanıyoru(du)m da olmasalar ihtiyaç duymam bir kısmına.   Mesela bir senedir sadece Barış'ın çantasına cüzdanımı atıyorum, telefonumu da cebime tıkıştırıyorum. Ya da en basit katlanıp çantaya giren poşetlerden birini alıveriyorum. Bebek arabası ile ayrıca bir çanta almak zor ve lüzumsuz. Ama Türkiye'de bu durum böyle değildi bu arada. Orda cüzdanımı bebek arabasının atına atmaya cesaret edemezdim. 

Eskiden çok fazla bijuteri alırdım, sonra bir dönem dedim ki ne gerek var? Bunlara para veriyorum ve iki üç ayda renkleri falan atıyor. Artık almıyorum. Takı alacaksam en azından gümüş olsun diyorum. Öyle olunca da sık sık alamıyorum tabi ki.

Makyaj malzemelerinde de çoğu zaman sınırlıyorum kendimi. Yaptığım makyaj belli, kullandığım tonla belli. Aynı tonda fardan 50 tane almama gerek yok. Ayrıca tarihi geçtikçe atarım makyaj malzemelerimi. 

Peki benim minimalist olamadığım alan ne? Birincisi kitaplar. Dev gibi kitaplığım var ve doldu. Ne yapacağımı bilmiyorum. Kitap paylaşmayı sevmem. Başkasının kitabını da okumayı sevmem. Esasında çok temiz kitap okurum ama ne zaman birisinden ödünç kitap alsam onun başına bir şey gelir.  

İkincisi kırtasiye malzemeleri. Çok seviyorum doktor ne yapacağız? Şu anda çalışmadığım için kullanmıyorum pek o yüzden de almıyorum ama işe gitsem çıldırarak alırım galiba. Açıp açıp kırtasiye mağazalarının web sayfalarına bakan bir manyağım ben çünkü. 

Üçüncüsü de çeşitli ıvır zıvır. Mesela eski fotoğraf makinalarım (çünkü çalışıyorlar), mesela düğünlerde çekilen arkadaş fotoğrafları, mesela camın önüne dizdiğim bir grup biblo, çerçeve vs. Yani çerçeveleri ve fotoğrafları seviorum ama mesela ilginçtir, bir süre sonra o fotoğrafları görmemeye başlıyoruz. eriye sadece camın önündeki ıvır zıvır gibi kalıyorlar. 

Bu ara evdeki odaları değiştireceğiz. Sanırım gene pek çok eşyayı ayıracağım. Çünkü eşyanın doldurduğu hacimlerden hiç hoşlanmadığımın farkındayım. Eşalardan kurtulursam sanki zihnim de ferahlayacakmış gibi geliyor. 

Siz neler yapıyorsunuz? Eşya ile aranız nasıl? 




Yorumlar

  1. Minimalizm paylaşımı için teşekkürler.

    Minimalizm'e ilişkin daha fazla bilgi için deneme yazılarımı keşfetmenizi öneririm.

    https://forestofnoreturn.blogspot.com

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler ilginiz için. Hemen bakıyorum yazılarınıza.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

MSA'da Pişirdim Evime de Getirdim

Merhaba; Toplanın şöyle etrafıma size çok güzel bir deneyim anlatmak istiyorum. Geçen hafta Seyahatperest Özge 'nin davetine uydum. Mutfak Sanatları Akademisi 'nde İtalyan Yemekleri Workshop'ına gideceğim benimle gelmek isteyen var mı dedi? Yemeklere baktım. Menüde el yapımı deniz mahsüllü fettucine, kuşkonmaz çorbası ve Marble cheesecake, amaretto ve bitter çikolatalı vardı. Kuşkonmaz çorbası ile ilgili bir fikrim yoktu, cheesecake ile zaten aram yok ama deniz mahsüllü fettucine beni can evimden vurdu. Zaten önceki hafta internette birkaç tarif okumuştum ama açıkçası hangisini pişireceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bir de bu deniz mahsülleri ucuz değil sonuçta. Benim de yemekle çok iyi bir ilişkim olmasına rağmen çok vardır beceremeyip çöpe atmak zorunda olduğum yemekler. O yüzden de bu deniz mahsüllerine hep mesefali yaklaştım. Neyse. Menüyü görünce buna ben gitmeliyim dedim. Sağ olsun Özge'nin kedileri de öyle düşünmüş. Pazartesi workshopa katılmak için benim gid

Beyazlı Kadın

Bir süredir okuduğum kitapları hiç yazmadığımı fark ettim. Hazır Beyazlı Kadın'ı yeni bitirmişken, kütüphanenin rafları arasında kaybolmamışken hemen yazayım bari dedim. Bu kitabı kitap klübümüzde okumuştuk, sanırım 3 kişi aldık sadece. Benden önce Bellanomisma okudu, diğer arkadaşımız okudu mu bilemiyorum. Ben esasında hayli kararlıydım, yazın sahilde okuyacaktım ama son anda aldığım kitaba Uğur el koyunca, (Zeno'nun Bilinci) elimde iki kitapla kalakaldım. Beyazlı Kadın ya da Karamazov Kardeşler.  Hadi dedim madem Bella çook beğendi, alayım raflardan da okuyayım. Wilkie Collins'in bu kitabı ilk gotik ve polisiye roman olarak geçiyormuş. Kitap yayınlandığında İngiletere'de öylesine büyük bir sükse yapmış ki Charles Dickens bile kıskançlık krizlerine girmiş Edward Drood'un Gizemi'ni yazmaya başlamış ama bitirmeye ömrü vefa etmemiş. Gerçekten de bir gizem olmuş sonu. Beyazlı Kadın İngiltere'de Limmerge Malikanesi'nde yaşayan iki genç kadına r

İçinden Deniz Geçen Şarkılar

Bülent Ortaçgil'e büyük bir aşk besleyen bir insan değilim. Ama yeni albümünün çok başarılı olduğunu okuyunca birkaç yerden ben de aldım. CD'yi alalı neredeyse iki ay oldu. Birkaç dinleme denemem başarısızlıkla sonuçlandı. Yeterlik sonra belki sakin sakin iyi gelir dedim ama kafam o kadar doluymuş ki hiç anlamamışım. Sonra da kaldırıp bir kenara koydum. Geçenlerde iphonedaki müzikleri değiştirirken bunu da eklemek istedim. Nasıl yaptıysam iki kere Bulutsuzluk Özlemi eklemişim ama Bülent Ortaçgil'i eklemeyi becerememişim. En sonunda tekrar update ettim önceki gece şarkıları. Dün de flüt dersine giderken dinledim bütün albümü. Derse saat 5 gibi gittim. Yürüyerek gideyim bari dedim. Hava ılıktı. Akşam üstünün romantizmi vardı, kulaklarımda da muhteşem melodiler. Bütün parçalarda bir deniz özlemi, balıkçılar, adalar, su altı, balıklar....Yani her parçanın içinden deniz geçiyor. Tadımlık olarak dinleyin ve hemen bu CD'yi edinin bence. Biterken karanfilli çay içiyorum. Mis g