Ana içeriğe atla

Doğu'dan Uzakta



Geçtiğimiz ay İdefix kitap fuarından birkaç kitap aldım. Birkaç tane diyorum, bu sefer gerçekten de çok fazla kitap almadım. Ama kitaplar geldikten sonra okulda da final haftasının başlaması ile birlikte çok süratli bir şekilde okudum kitapları. Final demek 2 saat duvarlara bakmak demek ne yazık ki. Ben buna katlanamıyorum, mümkün olduğunca kitap okumaya çalışıyorum. Arada kafamı kaldırıp hala sınıfı kontrol edebiliyorum hem de. Neyse. Kitaplar geldiğinde yanımda Lale'de vardı. Ne okusam acaba diye bakıyordum, Lale Amin Maalouf oku dedi. İyi hadi onu okuyayım diye başladım.



Doğu'dan Uzakta Maalouf'un yeni kitabı. Daha önce Maalouf'u lise yıllarımda okumuştum çok sevmiştim de ama yıllar geçti çok detaylı hatırlamıyordum. Şimdi bu kitabı okuduğum için çok mutluyum.

Kitap bir arkadaşlarının vefatı ile yüzleşmek durumunda kalan, yıllar önce terk ettiği ülkesine geri dönen Adam ve onun arkadaşları çevresinde geçiyor. Bu ülke kitapta asla adı açıkça geçmese de tabi ki Lübnan. Bu arkadaşların hepsi üniversite yıllarında beraberler. İçlerinde bir Lübnan karması var, Hristiyan, Müslüman ve Yahudiler. Kendilerini daha çok komünist gibi görüyorlar ama siyasi sınırlara çok fazla inanmıyorlar. İstedikleri şey hep mutlu, hep özgür ve hep beraber olabilmek. Bu grup bir gün dağılıyor. Çünkü savaş patlak veriyor. Ülkeyi terk edenler gibi, kalanlar da var. Yıllarca birbiri ile hiç görüşmeyenler, önce görüşüp sonra birbirlerinden vazgeçenler var. Lübnan'dan çıkıp Brezilya'ya da yerleşen var Umman'a gidende. Anlatıcımız Adam ise Fransa'ya yerleşmiş, Maalouf'un kendisi gibi. Ve işte bir gün ülkede kalan arkadaşları vefat ediyor, Murad ölürken Adam'ı görmek istiyor. Ve Adam'da kaçtığından beri hiç dönemdiği bu ülkeye gitmek zorunda kalıyor. Murad'ın eşinin isteği ile de önce gönülsüzce, sonra ise canla başla uğraşıyor eski arkadaşlarını toplayıp bir buluşma ayarlamak için.Bu arada da günlüğüne sürekli notlar alıyor. O gün kimlerle nasıl iletişime geçtiği, bunların ona neler hissettirdiği hakkında çok detaylı yazılar yazıyor. Adam ülkesinde 16 gün geçiriyor. Bunun yaklaşık 15 gününü de gene eski arkadaşlarından Semiramis'in otelinde geçiriyor. Adam'ın davranışlarında Semiramis'in çok etkisi oluyor. Vazgeçtiği noktalarda Semiramis onu gerekirse zorlayarak buluşmayı ayarlaması için uğraşıyor. 

İnternette kitapla ilgili iki eleştiri var. Birincisi edebi dilinin yeteri kadar iyi olmadığı yönünde. Ben de diyorum ki, "yuh daha ne istiyorsunuz." Ben şahsen özellikle Adam'ın defterlerinden çok büyük bir zevk aldım. İkinci konu ise kitabın sonu. Daha farklı bir son olur muydu, kolaya mı kaçmış yazar bilemiyorum ama ben sonunu da beğendim. Nasıl bağlayabilirdi başka? Bence cuk oturmuş sonu.

Kitabı okurken hep içim sızladı. Arada kalmışlık hissini biz Doğu'lular çok iyi biliriz. Maalouf Batı'lılar için Doğu'yu çok güzel anlatan bir yazar olabilir ama bizim için bam telimize basan, acılarımızı çok iyi anlayan, onları yaşayan bir adam. 

Kitabı çok beğendim, ama bana çok iyi gelmedi. Parçalanmışlık, dışlanmışlık hissi çok yoğun. Ben bunların hepsini kendi ülkemdeyken bile o kadar sık yaşıyorum ki yurtdışında olma, sürülme düşüncesi iyice canımı sıktı.

En çok etkilendiğim iki nokta vardı. Birincisinde Semiramis diyor ki (kitap yanımda olmadığı için tam alıntı yapamıyorum) "Dışarda olanlar bize savaş zamanı ne yaptın diye soruyorlar. Oysa o sırada ülkede olanlar buna savaş demiyorlar, olaylar diyorlar. Çünkü savaş taraflar arasında olur, burda her gün taraflar değişiyordu. Bir gün birbiriyle çatışanlar diğer gün birbirlerine karşı çatışıyorlardı. Bizim mahallemiz bombalanırken çok değil 20-30 km ilerde arkadaşlarım plajlarda eğlenip denize giriyordu. Bizim eğlendiğimiz günlerde de onlar sığınaklara saklanıyorlardı." İşte burası insanın hayatta kalma arzusunu da gösteriyor, bir yandan da savaşın anlamsızlığını. Zaten Lübnan'daki savaş o kadar uzun sürmüş ki gerçekten (1975-1990). Kimse bu kadar uzun bir savaş sürecini savaş diye tanımlayamaz heralde. Olaylar dedikleri zaman kabullenmek daha kolay olabilir. Ama 15 sene süren bir savaş? 

İkinci noktada Bilal'in hikayesiydi. Hemingway'e olan hayranlığı, bunu (bence) yanlış yorumlaması, edebiyata tutkunluğu ve sonra başına gelenler.... Bilal tam da Adam'ın dediği gibi çok saf, tertemiz bir çocuktu.

Doğu'dan Uzakta içimi acıttı, ama esas Beyrut'un tam da benim hayal ettiğim gibi olduğunu gösterdi. Ne yazık ki böyle kalmasına izin verilmemiş, hayli bozulmuş ve değişmiş.  Ama güzelmiş. 

Geçen sene ilkbaharda Beyrut'a gitmiştik. İzlenimlerim için sizi diğer bloga alayım.

Yorumlar

  1. Çok tereddütlüyüm bu yazara karşı açıkçası. Sanırım bir kitabını alıp denemem gerek ama elim gitmiyor bir türlü. Hangisinden başlayacağımı da bilmiyorum, tanımadığım için.
    Hüzünlü bir tarzı olsa gerek

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu kitabı hüzünlü, dediğim gibi diğerlerini pek hatırlamıyorum. Ama yanlış bilmiyorsam en çok sevilen eseri Semerkand. İçinde pek çok bilgin, şair falan geçiyor (Ömer Hayyam gibi). Belki ondan başlayabilirsiniz:)

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Beyazlı Kadın

Bir süredir okuduğum kitapları hiç yazmadığımı fark ettim. Hazır Beyazlı Kadın'ı yeni bitirmişken, kütüphanenin rafları arasında kaybolmamışken hemen yazayım bari dedim. Bu kitabı kitap klübümüzde okumuştuk, sanırım 3 kişi aldık sadece. Benden önce Bellanomisma okudu, diğer arkadaşımız okudu mu bilemiyorum. Ben esasında hayli kararlıydım, yazın sahilde okuyacaktım ama son anda aldığım kitaba Uğur el koyunca, (Zeno'nun Bilinci) elimde iki kitapla kalakaldım. Beyazlı Kadın ya da Karamazov Kardeşler.  Hadi dedim madem Bella çook beğendi, alayım raflardan da okuyayım. Wilkie Collins'in bu kitabı ilk gotik ve polisiye roman olarak geçiyormuş. Kitap yayınlandığında İngiletere'de öylesine büyük bir sükse yapmış ki Charles Dickens bile kıskançlık krizlerine girmiş Edward Drood'un Gizemi'ni yazmaya başlamış ama bitirmeye ömrü vefa etmemiş. Gerçekten de bir gizem olmuş sonu. Beyazlı Kadın İngiltere'de Limmerge Malikanesi'nde yaşayan iki genç kadına r...

Yeni Yıla ve Eski Yıla Dair

Merhaba; Uzun bir süredir kendimde değilim biliyorsunuz. Doktora yapmak dertli bir süreç, özellikle de yeterlik sınavı denilen sınav nedeniyle. Ne yazık ki eğitim sistemimiz insanları sürekli elemek üzerine kurulu. Sürekli sınavlardan geçmezsek kendimizi asla yeterli bulmuyoruz. Yeterlik sınavı da bir değil iki değil tam üç aşamalı bir sınav. sonuç olarak günümü geceme katarak çalıştığım bu sınavdan, burada bahsetmek istemediğim bir takım şeyler sonucunda kaldım ve yetersiz bulundum. Şimdi Mayıs ayında yapılacak sınava çalışmak durumundayım. Neyse ki gene yalnız değilim. Bu nasıl bir teselli bilmiyorum ama, sınava beraber girdiğimiz üç arkadaşım daha benimle beraber.  Şimdi biraz ara verdim. Bir tane daha endüktans, devre görecek halim yok. Kusucam yani. Bir müddet çalışmayı hiç düşünmüyorum.  Peki bu elimdeki süreyi nasıl değerlendirmeliyim? Öncelikle evle ilgili yapmak istediğim pek çok şey var. Bunların başında da resimlerin ve fotoğrafların duvarlara asılması, düğün foto...

2012 Dilekleri

Merhaba; Zorlu bir sene geçirdik. Depremler, terör olayları, ekonomik sarsıntılar, diğer ülkelerle yaşanılan sorunlar ve ufak ufak patlak veren iç savaşlar.... Evet 2011 pek parlak değil, 2012 nasıl olacak bilemiyoruz da. Ama umut ediyoruz ki iyi olsun. Pek çok güzel şey var istenilen, temel hepsi esasında sağlık ve mutluluk gibi. Peki benim kendi çapımda özel olarak istediklerim neler:) Teknolojik aletlerin gerisinde kalmayı sevmiyorum, iphone, ipad istiyorum. Artık benim param yetince kaçıncı versiyonları olursa o kadar versiyonlarından. Bir de laptopım öldü. Bu kadar apple ürününden sonra o da bir mac book pro oluversin değil mi? Pasaportuma yeni vizeler vurulsun ben yeni yeni ülkelere gideyim istiyorum. Hedeflerimin arasında Beyrut öncelikli. 2011de yaz tatillinde pek gezemedik Uğur izin alamadığı için. Bu sene bu açığı kapatabilmek istiyorum. Hatta öyle ki şöyle bir iki ay deniz kıyısında kalmak istiyorum. Her kadın gibi 5 kilo vermek istiyorum. Her kadın gibi o ayakk...